Üniversite sınavına girmiş , sonuçların açıklanmasını bekliyordu Elif , kapalı çarşıdan çıkmış Selimiye Camisine uğramış sınavının hayırlı bir sonuçla gelmesi için dua etmişti ..
Nihayet sonuçlar açıklanmıştı , Ahi Evran Üniversitesi Eğitim Fakültesi " , çıkmıştı..
Akşam ailece oturup bilgisayardan Kırşehir ' i araştırdılar Anadolu ' nun ortasında küçük bir şehirdi , babası " benim orada asker arkadaşım vardı onu arayım " dedi , telefonu aldı biraz sohbetten sonra durumu anlattı , asker arkadaşı Galip amca " Yaşar 'cım ne demek buyrun gelin herşeyi gözünüzle görüp karar verin bekleriz " , deyince düşündüler , Kırşehir ' e gidip araştıracaklardı , okula bakacaklardı ve hemde gezeriz diyerek karar verdiler.
Sabah erkenden namazlarını kılıp düştüler yola , biraz gittiler , biraz mola verdiler ve akşam üzeri Kırşehir ' e geldiler , Galip amca onları şehrin girişinde bekliyordu , iki arkadaş hasretle sarıldılar , Galip amca arabası ile öne düştü , kısa bir süre sonra eve geldiler ..
Galip amcanın eşi Makbule teyze binanın önünde bekliyordu , sıcak bir karşılama eşliğinde eve girdiler , yemek , çay derken gece ilerlemişti yol yorgunluğu belli etmeye başlamıştı...
Pencere aydınlanmış , kuşların cıvıltıları başlamıştı , kahvaltı yapılırken Galip amca önce şehri gezelim deyince , babam ve ben birbirimize baktık " gezecek nere var ki " dedi babam , Galip amca emekli öğretmendi güldü ve " siz bana takılın yeter " dedi.
Evden çıkınca babam " bizim araba ile gezelim " dedi , Galip amcanın yüzünde yine o tatlı gülüş vardı ," gerek yok yürüyerek gezeceğiz " dedi , kafamda " nereyi gezeceğiz ki , arabasız yoruluruz , küçük bir çarşı yada bir Avm " düşüncesi vardı , şehrin merkezine gelmiştik ..
Kırşehir ’ de ilk durağımız şehir merkezinde bulunan bir tepe oldu , önce şaşırdım , çünkü Kırşehir dümdüz bir alan üzerine kurulmuş bir şehir , böyle bir düzlüğün içinde , şehrin tam da ortasında bir tepenin ne işi vardı ?
Galip amcaya bu soruyu sordum Galip amca öğretmenliğin verdiği bilgileri ve araştırmaları sonucu olan bilgilerini bize aktardı ;
" İlkçağlarda insanlar bildiğiniz gibi ovalara şehir kurmazlar , herhangi bir saldırı karşısında en iyi korunaklar olan tepeleri kullanırlardı , mecburen düzlük bir alana kurulacaksa buraya da suni bir tepe yığılır şehir bu tepenin üzerine yapılan kale içerisine kurulurdu , Konya Alaaddin Tepesi gibi işte bu tepede böyle bir yığma tepedir , burada eskiden bir kale varmış ve o kale yüzünden bu tepeye kale denir , burasının araştırıldığını ve yapılan ve halen devam eden yüzey çalışmalarında geçmişi M.Ö. 3000 ’ lere kadar dayanan buluntuların olduğunu söyleyerek devam etti;
" Konya Alaaddin Tepesi ' nde olduğu gibi tepenin en başında tarihî bir cami var , caminin ismi Alaaddin Camidir Anadolu Selçuklu ' nun çalışkan ve yapıcı hükümdarı buraya da bir cami yaptırmış " tepeyi gezmiştik , aşağı yukarı tepe Kırşehir ' e hakim bir noktadaydı ve Galip amca da bayağı güzel anlatmıştı.
Kaleden aşağı inerken Galip amca " Sıradaki durağımızın meşhur bir kişinin evi olduğunu " söyleyince şaşırdım Kırşehir ve ünlü birisinin evi sabırsızlıkla hem yürüyor , hemde bekliyordum , döne döne kalenin eteklerinden inip çevresi sütunlarla çevrili içerisinde yapılar bulunan ortasında küçük bir camii olan bir yere geldik Galip amca anlatmaya başladı
"Ahiliğin kurucusu Ahi Evran Hazretleri , Kırşehir denilince akla gelen en önemli isimlerden birisi de Ahi Evran ' dır , Türklerin Anadolu ' ya ilk girdikleri yıllarda Anadolu ’ da her şeyi ile Bizans ve Hıristiyan kültürü hâkim , kılıçla elde edilen fetihler geçici olur tıpkı Moğollarınki gibi , asıl olan kültür ve sanatla elde edilen üstünlüktür ..
Türkler o yıllarda sadece debbağlıkta ileridirler , peki Anadolu ' da nasıl tutunacaklardır?
İşte bu sırada insanımızı her şeyi ile örgütleyen Ahi Evran , Hacı Bektaş , Kaya Şeyhi , Aşıkpaşa gibi ileri düşünceli insanlar çıkar.
Kültürde , sanatta , uğraştıkları işlerde branşlaştırırlar insanları , meslek grupları oluşturulur , her bir mesleğin bir piri vardır.
Tam bir otokontrol sağlanır , her meslek grubunun şeyhi , yani bugünkü adıyla bir dernek başkanı vardır , denetlemeler yapılır , kalite kontrol sistemi geliştirilir ,
Akşamları ve hafta sonları eğitim programları uygulanmaya başlanır , böylece kısa süre içerisinde Anadolu ticaretinin büyük bir kısmı Türklerin eline geçer , çünkü Bizans esnafı kendi öz kardeşini bile üç kuruşa satmaya hazır bir ahlaka sahiptir ..!
Hep ben şeklinde gelişen bu anlayış onların kısa sürede önce ticaretten , sonra da toplumun diğer kesimlerinden silinip gitmelerine sebep olmuştur , işte şimdi biz , insanımız üzerinde bu kolektif şuuru uyandıran büyük insanı ziyarete geldik ,camiyi anlattı bize Kendi adıyla anılan mahallede bulunan Ahi Evran zaviyesi 1236 yılında inşa edilmiş. Burasının yolcuların sık sık uğradıkları bir yer olması ve Ahilerin toplanarak programlar gerçekleştiriyor olmalarından dolayı yapının yanlarında ana hariç ek odalar bulunuyor ..
Günümüzde cami olarak işlevini devam ettiren yapının odalarından bir tanesinde Ahi Evran ve yakınlarının kabirleri de vardır , " Caminin içerisine girdik oradan türbe kısmına geçip 93 yaşında vefat eden bu koca erene karşı dualarımızı gönderdik ve buranın Cumhuriyet döneminin ilk külliyesi olduğunu öğrendik Galip amcadan ..
" Hadi bakalım gezecek çok yer var " diyerek düştük yola biraz yürüyüşten sonra şehrin meydanına geldik yine , meydan park haline getirilmişti ve eski bir camii vardı , camiye doğru ilerledik camiyi tam karşımıza alacak şekilde durdurdu bizi Galip amca ve " caminin sütunlarına bakın " dedi ;
Galip amca ve anlatmaya başladı " sütunlar füze şeklindedir , birinci sütun füze rampasında , ikincisi ayrılmış , bir diğeri yarım kalmıştır yani gövdeden ayrılmıştır , o devirde bu teknoloji ve caminin içerisindeki kuyu ve kuyunun üzeri açık bu açık yerden kuyudaki suya yansıyan yıldızlar ve ayın hareketleri takip ediliyordu , yani günümüzün uzay üssüydü burası"...
Atalarımızın nasıl bu kadar ileriye gittiğini ve bizim ne kadar gerilerde kaldığımızı şimdi anladım...
Caminin içerisindeki mezarın yanına geldik , Galip amca yine anlatmaya başladı " 1240 yılında Kırşehir ' de doğmuştur , asıl adı Nureddin Çelebi ' dir ..
Kayıtlara adı Nureddin bin Cacabey olarak geçmiştir , hayatı hakkında çok az bilgi olan Cacabey için Moğol kökenli diyenler de vardır , Türkmen kabile beylerinden olduğunu söyleyenler de 1256 - 1277 yılları arasında Selçuklu sultanları adına devleti idare eden Süleyman Pervane ' nin sempatisini kazanmış ve onun tarafından Kırşehir ' in idaresi kendisine verilmiştir.
Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde artık Cacabey , Anadolu Selçuklu Devleti ' nin en önemli emirlerinden biridir.
Moğolların Anadolu ' ya gerçekleştirdikleri saldırıları iki kez püskürten Memlük Sultanı Baybars ' a destek vermek için Mısır ' a kadar gitmiştir ..
Mevlana Celaleddin Rumi ’ nin müritlerinden olduğu ilme değer veren bir insan olduğu , bugün bize miras bıraktığı yapılarında açıkça görülmektedir " diyerek sözlerini bitirdi dualar ederek çıktık huzurundan.
Şehir merkezinin içerisinde Yenice Mahallesi ’ nde bulunan Melik Gazi ' nin kümbetine doğru gidiyoruz dedi Galip amca tabii ki yine yürüyerek.
Buradada eski bir camiye geldik isminin Lale Camisi olduğunu söylüyor ve hemen anlatmaya başlıyor Galip Amca;
" Caminin inşa kitabesi olmadığı için kime ait olduğu bilinmiyor , fakat 13. yüzyıla ait bir yapı olduğunu belli ediyor ve bahçesinde bir kümbet var , Kümbette yatan kişi Mengücekoğulları sultanı Melik Muzafferüddin Behramşah.
Bu caminin eskiden han olarak kullanıldığını söyleyenler de var , ancak burası daha önceden Darphane olarak kullanılmış ."
Vakit öğleyi geçmişti Galip amca " nasıl yoruldunuz değil mi " dedi ve bizi belediyenin restore edip düzenlediği Ağalar Konağı denen yere götürdü güzel bir yemek ve kahveden sonra " hadi bakalım şimdiki durağımız Türk edebiyatının mihenk taşlarından birisi olan Aşıkpaşa " dedi ve anayolun kenarında bulunan türbeye gittik yine anlatmaya başladı Galip amca ;
" şık Paşa ' nın ailesi Horasan ' dan Anadolu ' ya gelmiştir , soylu bir aileden olan şık Paşa'nın dedesi Baba İlyas , Horasan ' dan Anadolu ' ya gelmiş , babası Muhlis Paşa ise Anadolu ' da doğmuştur. Kaynaklardan öğrenildiğine göre şık Paşa , Kırşehir ' de doğmuş , Osman ve Orhan Gazi zamanında yaşamıştır.
Hacı Bektaş - ı Veli ' nin çağdaşıdır , şık Paşa ' nın iyi bir öğrenim gördüğü , Arapça , Farsça ve İslami bilgileri bildiği , tasavvuf kültürünü edindiği sufiyane şiirler yazdığı , şık Paşa'nın Türk dili ve edebiyatı açısından en önemli eseri Garibname ' dir.
12 .000 Beyit dolayında olan Garibname dini - tasavvufi konulu bir Mersiye olup halka tasavvufu öğretmek amacıyla yazılmıştır.
Bir bakıma şık Paşa , Mevlana Celaleddin Rumi ' nin mesnevi ' sinde yaptığını Türkçe olarak Garibname ' de yapmıştır " diyerek sözlerini bitirdi , bir anlık sessizlikten sonra ben " vay be Galip amca bence bu Kırşehir ' in hakkını yiyorlar müthiş bir tarihi var buranın " diyebilmiştim Galip amca " daha bunların yanında köprüler , hanlar , yeraltı şehirleri , eski dönem kiliseleri neler neler var kızım ancak işsizlik , göçler ve en önemlisi Kırşehir ' in bir dönem Nevşehir ' e bağlanıp en önemli ilçeleri olan Hacıbektaş , Kozaklı ve Avanos 'un Nevşehir ' de kalması sonucu ve Ankara ile Kayseri'ye yakınlığı , şehrin bünyesinde sen - ben kavgasının olması sonucu şehir küçülmeye başlamıştır ".
Çarşı içerisine tekrar indik , Galip amca bizi kaset , cd satan bir dükkana getirdi , dükkan sahibide Galip amcanın sınıf arkadaşı imiş , ismi Sefer olan amca sözü sohbeti şen birisi idi ve Kırşehir ' deki abdal kültüründen gelme olduğunu belirtip küçük bir poşet uzattı " buda bizden hediyemiz olsun " dedi ...
Hep beraber biraz oturup müsade istedi Galip amca , yorgun argın eve geldik , öbür gün Galip Amcalara herşey için teşekkür edip onlarıda bize davet ederek Kırşehir ' den ayrıldık ..
Sefer amcanın verdiği paket aklıma geldi ve paketi açtım , Neşet Ertaş , Çekiç Ali , Şemsi Yastıman ve birde Kırşehir Abdallar ve halk oyunları Cd ' leri vardı , arabada gelirken bir taraftan bu Cd ' leri dinledik bir taraftan değerlendirme yaptık ve Kırşehir ' de üniversiteye başlama kararımı aldık..
Bu sınav bana ve aileme Kırşehir gibi kültürle yoğrulmuş , bilimle birleşmiş , sanatla zirveye ulaşmış bir şehirle tanışma fırsatı verdi ..
Ve şu soru aklıma takıldı " çok gezen mi bilir ? Çok okuyan mı ? "....