Sevgili dostlar uzun süredir “Büyük Selçuklu Devleti”nin büyük Vezir’i Nizamülmülk hakkında bir şeyler yazmayı düşünüyordum. Nizamülmülk’ü kendi yazdığı eseri olan “Siyasetname” ile biliyorduk.Dört yüzyıl sonra Macchiavelli’nin Prens’i Batı için ne anlama gelecekse, müslüman doğu için aşağı yukarı aynı şeyi ifade eden çarpıcı bir eserdi bu. Ama aralarında hatırı sayılır bir fark vardı yine de:Prens, siyasette hayal kırıklığına uğramış, her türlü iktidardan yoksun kalmış birinin eseriydi. Siyasetname ise, bir imparatorluk banisinin yeri doldurulamaz tecrübesinin ürünüydü.
Evet bir türlü kısmet olmamıştı bu konuda bir şeyler yazmak. Ta ki İstanbul’da iş adamı olan kıymetli abim iş adamı İbrahim AKYÜZ’ün bana hediye ettiği o romana kadar.Şimdi size anlatacağım Nizamülmülk ile ilgili hikaye o romandan geçiyordu.Özellikle Melikşah’ın sorusuna verdiği cevabı ancak büyük vezir gibi birisi verebilirdi.Hikaye o kadar akıcı ve güzeldi ki kesmeye kıyamadım ve o haliyle sizlerle paylaşmak istedim.
Terken Hatun’un da telkinleriyle Melikşah Nizamülmülk’ü tüm görevlerinden almaya ve öldürtmeye karar verdi. Artık iş, bu idamın Nizam’a bağlılıklarını koruyan çok sayıda askeri birlikte bir tepkiye yol açmayacak şekilde nasıl gerçekleştirilebileceğine kalıyordu. Ama Terken Hatun’un aklında başka bir fikir vardı: Madem ki Hasan Sabbah’da Nizam’ın öldürülmesini istiyordu, o zaman onun işi biraz kolaylaştırılsa ve böylece Melikşah da üzerine hiç şüphe çekmese daha iyi olmaz mıydı?
Alamut kalesine Sultan’a bağlı bir adamın komutasında bir ordu gönderildi.Görünürdeki amaç İsmaililerin kalesini kuşatmaktı; aslında, kuşku uyandırmadan pazarlık masasına oturmak için bir sis perdesi yaratmak söz konusuydu.Olayların nasıl cereyan edeceği en küçük ayrıntısına dek ayarlandı; Sultan, Nizam’ı Nihavend’e, Isfahan ile Alamut’un ortasında kalan bir şehre çekecekti. Orada da Haşşasinler devreye girecekti.
Dönemin metinlerine göre Hasan Sabbah adamlarını toplamış: “Hanginiz memleketi Nizamülmülk’ün şerrinden kurtaracak? diye sormuş.Arrani lakaplı bir adam elini göğsüne koyarak gönüllü olduğunu belirtince, Alamut hakimi görevi ona vermiş ve eklemiş; “Bu iblisin öldürülmesi ahret mutluluğunun başlangıcıdır”
Bu sırada Nizam evine kapanmıştı.Divanından hiç ayrılmayanlar gözden düştüğünü öğrenince yanından uzaklaşmıştı; Ömer Hayyam’dan ve Nizamiye muhafız alayının subaylarından başka evine uğrayan yoktu. Vaktinin büyük bir bölümünü yazarak geçiriyordu. Kendinden geçercesine bir tutkuyla yazıyor ve zaman zaman Ömer’den yazdıklarını okumasını istiyordu.
Hayyam’ın gözleri satırları dolaşırken yüzünde kah bir gülümseme beliriyor, kah yüz hatları birden geriliyordu. Başka bir çok büyük adam gibi Nizam da ömrünün bu son demlerinde oklarını sağa sola fırlatmaktan, bazılarıyla hesabını görmekten kendini alamamıştı. Bunlardan biri de Terken Hatun’du. Kitabının kırk üçüncü faslına şöyle bir başlık koymuştu: “ Perdelerin arkasında yaşayan kadınlar.” “Bir zamanlar mir melikin kendisine aşık olmuş bir karısı vardı. Bunun sonucu ihtilaf ve kargaşadan başka bir şey olmadı.Bu konuda daha fazla konuşacak değilim, çünkü herkes başka dönemlerde de benzer olayların yaşandığını gözlemleyebilir.Bunları yazdıktan sonra ekliyordu.: “Bir işin başarılı olması için , kadınların dediğinin aksini yapınız”.
Sonraki altı bölüm İsmaililere ayrılmıştı ve şöyle sona eriyordu:”Onların mezhebi Hüdavend-i Alemi uyarmak için anlatıldı.Bendelerinden bir kısmı dünya malına aşırı düşkünler.Hak sahiplerinin haklarından bir bölümünü geri alarak bu kısmın fazla olduğunu iddia ediyorlar. Eteği yırtıp kola eklemekle asla gömlek yapılamaz. Bendenize öğle geliyor ki bu gibiler büyük ve ulu kişileri makamından etmek istiyorlar.
Davulların sesi kulaklara ulaşıyor, sırları ortaya çıkıyor. Bu hususta kulunuz hangi konuda konuştuysa, doğru söyleyip şefkat ve nasihat etme vazifesini yerine getirdi. Allah, onun düşmanları kahreden gücünü ve devletini kem gözlerden uzak tutsun”.