Yazmak, insan ruhunun derinliklerinden gelen bir melodi gibidir; bazen coşkuyla bazen de hüzünle çalınır ama her notası bir anlam taşır. İnsan yazarken kendini keşfeder, dünyayı anlar ve hissettiklerini bir iz gibi geleceğe bırakır.
Tıpkı bir rüzgarın yaprakları usulca savurması gibi, yazmak da ruhu özgür bırakır. Ancak bu yolculuk her zaman kolay değildir; inişler, çıkışlar ve beklenmedik duraklar vardır.
Hayatın karmaşası içinde yazmak, bir nefes alıştır. Baskılar, kaygılar ya da zorluklar, kalemin ucunda duraklar. Ne zaman ki doğayla iç içe, sessizlikle baş başa kalırsınız, kelimeler huzurla buluşur ve özgürleşir. Çünkü yazmak, bir anlamda hayatın karmaşasında kendi sesinizi bulmak demektir.
Geçmişten günümüze yazarların hayatlarına baktığımızda, hepsinin kendi mücadelelerini gördüğümüz bir gerçek. Örneğin, Sabahattin Ali’nin edebiyat serüveni, dönemin baskılarına rağmen özgün kalemiyle direnişin ve dirilişin örneğidir. Virginia Woolf, kendi iç dünyasındaki dalgalara rağmen "Kendine Ait Bir Oda" diyerek kadınların yazın dünyasındaki varlığını savunmuş ve bu konuda bir manifesto yaratmıştır. Yaşar Kemal, Anadolu insanının hikayesini bir destan gibi anlatırken, yazmanın ne denli güçlü bir bağ kurabileceğini göstermiştir. Onlar yazarken hem kendilerini iyileştirmiş hem de geleceğe ışık tutmuşlardır.
Bir yol düşünün; tek başına yürüyorsunuz ama sürekli çelme takanlar var. Belki tökezliyorsunuz, belki de düşüyorsunuz. Ancak unutmayın: Başkasının ışığıyla yol alınmaz, kendi ışığınızı bulmalısınız. Kapılar kapandığında, bazen daha iyisi için kapanır. Sabırla beklemek ve yazmaya devam etmek, en büyük direniştir. Çünkü yazmak, insanın kendi içindeki yaralarını sarar ve yeni kapılar aralar.
Son olarak, yazmanın güzelliğini keşfetmek isteyenlere şunu söylemek isterim: Kendiniz için yazın, duygularınızı özgür bırakın. Her cümle bir yolculuktur, her kelime bir anlam. Yazarken her nefeste iyileşecek ve her satırda kendinizi bulacaksınız.