Sabahın erken saatleriydi.

Tren istasyonu, sisle sarılmış bir sessizliğin içindeydi. Gökyüzü, gri ve bulutluydu. İnsanlar aceleyle vagonlara doğru yürürken yazar kadın, deri çantasını sıkıca tutarak peron boyunca ilerliyordu. Kahverengi dalgalı saçları omuzlarına dökülmüş, derin bakışlı yeşil gözleri kararlıydı. Bu yolculuk, sadece bir rota değil, geçmişin izlerini silmek ve geleceğin umutlarını dokumak için bir başlangıçtı.  

Vagonda çeşit çeşit insanlar vardı. Karşısında oturan yaşlı adam, çatık kaşları ve gri sakalıyla savaşın izlerini taşıyordu. Yanında oturan genç kadın, uzun siyah saçları ve buğulu kahverengi gözleriyle endişeli görünüyordu. Küçük bir kız çocuğu, elindeki kitabı sıkıca tutuyor, sayfaları heyecanla çeviriyordu. O kitabın, bir gün kaderi değiştireceğinden habersizdi.  

Yolculuk, bir anda maceraya dönüştü. Geçmişin gölgeleri, anlatılan hikâyelerde kendini gösteriyordu. Kadın, savaşın zor yıllarından bahsetti. O yıllarda, köy köy dolaşıp yaraları sarmış, aç kalanlara yiyecek taşımıştı. Tren raylarında yankılanan bu anılar, vagonu derin bir sessizliğe bürüdü. Herkes, kendi kayıplarını ve kazanımlarını hatırlıyordu.  

Gece çöktüğünde, tren dağların arasında ilerliyordu. Kadın, küçük kıza doğru eğildi ve usulca, "Bu kitap bir hikâyeden fazlası, bir umut ışığı" dedi. Küçük kız, kadının sözlerini kalbine kazıdı.  

Yıllar geçti. O küçük kız, şimdi büyümüş ve kendi çocuklarına bu hikâyeyi anlatıyordu. Kadının trenden inerken attığı o son bakış, bir hayatın dönüm noktası olmuştu. Kadın, sadece geçmişi iyileştirmekle kalmamış, geleceğin umudunu da inşa etmişti.