Bu haftaki yazımı hasbihale ayırdım.

Zaman zaman arkadaşlarımdan güncel konularda niçin yazmadığım soruluyor. Oysa yazdıklarımı dikkatlice okuyanlar, olayların benzerinin tarihte de yaşanmışlığını görüyorlar.

Bugün pazıl şeklindeki yazımı arz edeyim. Ben az deyim, siz çok anlayın efendim.

ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR…

İngiltere’de Ahmet Şanverdi Bey’in anlattığı bir olayı nakledeyim:
Trafik Polisi durdurduğu Ahmet ismindeki bir Türk’ün ehliyet ve ruhsatını ister. Bizim Ahmet, aracın ruhsatı arasına 50 paund koyarak polise uzatır. İngiliz Polisi, Ahmet’i, polise rüşvet vermekten mahkemeye verir.

Mahkemede Ahmet, kendisini şöyle savunur: “Polisin bana ceza vereceğini sandım. Ben de ceza parası olarak 50 paundu verdim. Rüşvet filan değil. ”

Hâkim: “ Polis ceza tahsilatı yapmaz, yapamaz… Bu nasıl olur?”

Ahmet: “Efendim bizim ülkemizde cezayı polis tahsile yetkilidir” deyince, hâkim “durumu Türkiye’nin Londra Konsolosluğuna sorulmasına, duruşmanın ileri tarihe ertelenmesine” der ve duruşma ileri tarihe ertelenir.

Konsolosluktan gelen yazı, Ahmet’i doğrulamaktadır. Gerçekten de o zamana Türkiye’de Trafik Polisleri anında cezayı tahsile yetkiliydiler.

Mahkeme Ahmet’in beyanına itibar eder. Niyet okuması yapmaz. Sonuçta İngiliz Hâkim, Ahmet’e ceza vermez…

*

İngiliz adaletinin en güzel örneklerinden biri de Malta Yargılamasıdır. İngilizler, I. Dünya Savaşı sonunda, 145 Osmanlı asker, mebus ve aydınını Malta’da toplamış ve yargılamıştır.

Yargılamada suçlama konusu, “Ermenilere soykırım uygulamak” tır. Sorgulamayı yürüten Londra’ daki İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’dır. Sevr anlaşmasının 230 ve 231. Maddelerine dayanarak yaptığı soruşturmada, işgal altında el koydukları. Büyük bölümü Londra’ya taşınan Osmanlı Arşivleri yanında, Amerika’da varsayılan tüm belgeler taranmış, Mısır, Irak ve Kafkasya’da “Ermeni Katliamı” kanıtı aranmıştır. Bütün bu çabalara rağmen bir hukuk mahkemesinde geçerli sayılabilecek hiçbir kanıt bulunamamıştır.

Bunun üzerine İngiltere Dışişleri Bakanlığı, İngiliz Kraliyet Başsavcılığından Malta’da tutuklu Türkler aleyhine “hukukî bir dava açılamayacaksa, siyasi bir dava açılmasını” istemiş, ancak İngiliz Kraliyet Başsavcılığını hukuk dışı bir siyasi davaya ikna edememiştir.

İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, 21 Temmuz 1921 tarihli bir yazıyla İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na, açılacak bir davada “ellerinde bulunan kanıtlarla” Ermeni katliamıyla suçlanan Malta’daki Türklerden hiç birinin cezalandırılmasının mümkün olamayacağını bildirmiştir.

İngiliz Hükumeti İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın bu kararı üzerine Ermenileri katlettikleri iddiasıyla Malta’da iki yılı aşkın bir süredir hapiste olan ittihatçıları serbest bırakmak zorunda kalmıştır.[1]

*

Şu da İslam Tarihinden:

İmam-ı Azam Ebu Hanife –Numan bin Sabit- 25 sayfalık “Fıkh-ı Ekber" adlı kitapçık yazmıştır. Başta Aliyyül Kâri olmak üzere, İbn-i Hacer’el Heytemi bu eserin şerhini ve İmam-ı Azam’ın menkıbelerini yazmışlardır. O kendisi gibi müçtehit 36 imam yetiştirmiştir.

Yine böyle onun ilim tedrisi yaptığı, müçtehit imamlarının da bulunduğu medresesine gelen bir adam, İmama sorusu olduğunu söyler. İmam onun sormasına izin verince, adam:

- “Ey İmam!.. Ben Hakkı sevmem. Ben Cenneti İstemem. Ben cehennemden korkmam. Ben ölü hayvan eti yerim. Ben nikâhsız olarak bir kadınla beraberim. Benim hakkımda ne hüküm verirsiniz?” der.

İmam-ı Azam mecliste bulunan müçtehit İmamlara dönerek soruya cevap vermelerini ister.

Müçtehit imamların hepsi de verdikleri cevapta müşterektirler:

- “Küfür bu adamın paçalarından akıyor. Bu adam küfür deryasında yüzmektedir” diye cevap verirler.

İmam-ı Âzam adamın durumunu tam bir tahlile tabi tutarak:

“ Bu adam;

1- “Ben Hakkı sevmem” dedi. Ölüm Haktır. Dünyada daha çok iyilik ve sevap kazanmak arzusundadır. İhtimal ki bu adam ölümü sevmiyordur.

2- “Cenneti istemem” dedi. Daha fazlasını, ihtimal ki, Cemalullahı istiyordur. (Ahirette o gözler ki Allah’ı görecektir)…

3- “Cehennemden korkmam” dedi. İhtimal ki Allah’ın rahmetine güveniyordur.

4- “Ölü hayvan eti yerim” dedi. İhtimal ki balık eti yiyordur.

5- “Nikâhsız bir kadınla birlikteyim” dedi. İhtimal ki câriyesi vardır.

Bu adam için tüm ihtimalleri göz önüne almadan, niçin erken karar veriyorsunuz? Buyurur.

Hukuk, tüm ihtimalleri göz önüne alarak, başka seçenek kalmadan hüküm vermeyi gerektirir.

“100 tane âlim, bir sözün küfür olduğunu söyleseler, yalnız içlerinden biri veya bir kaçı küfür olmadığını söylese, müftünün bu bir âlimin görüşüne göre fetva vermesi gerekir”[2]

*

OSMANLI TARİHİNDEN:

HALKA KARŞI MÜTEVAZİ, NAZİK SAYGILI VE MÜŞFİK OLMAK GEREK!..
İllâ cezalandıralım gayreti yoktu.

SEMİZ ALİ PAŞA !..

Binebileceği at bulunması güç olacak kadar şişman ve aynı zamanda güler yüzlü, tatlı dilli bir adam olan Kanunî Sultan Süleyman'ın Sadrazamı Semiz Ali Paşa, bir gün divanda müracaat sahiplerinin istidalarını (dilekçelerini) alıyor ve lazım gelen emirleri veriyordu.

Bu arada fakir bir afyon tiryakisi de Paşaya arzuhalini vermek üzere elini cebine soktu. Fakat istidayı çıkarırken telaşla afyon kutusunu düşürdü. Afyon yutmak, şimdi olduğu gibi o zaman da yasak olduğu için Paşa fakire tatlı bir sesle ihtarda bulundu:

-"Efendi!  Pusulanızı düşürdünüz !"

Tiryaki telaşla yere eğildi, kutuya el attı. Fakat alırken kutunun kapağı açıldı ve yuvarlak, hap gibi afyonlar ortalığa saçıldı. Suçun artık hiç bir suretle örtülemeyecek kadar açığa vurulmasına rağmen Ali Paşa:

- "Tespih koptu" dedi , " Toplayınız" [3]

ANADOLU BOZLAĞINDAN

Dinekbağı derler, gezdim gurbetten,

Başım hâli değil efkârdan dertten

Adama kemlik mi gelir Mert oğlu Mertten,

Kötülerde namus olmaz ar olmaz

Muhanetten zarar gelir kâr olmaz…

***

Yiğit olan yiğit biner atlanır,

Yiğit olan her cefaya katlanır,

Yiğit gölgesinde yiğit saklanır,

Kötülerde gölge olmaz dal olmaz,

Muhannetten zarar gelir kâr olmaz. [4]

MERHAMET!.. İNSANLIK!..
İDEALİ VE İNANCI OLAN MERHAMETSİZ OLMAZ!...

TARİHİMİZDEN:

II. Haçlı Seferinde Almanya İmparatoru Konrad ile Fransa Kralı VII. Saint Louis yönetiminde iki koldan harekete geçerler. Alman İmparatoru Konrad, Anadolu’nun ve Şam’ın alınması şerefini kendisi almak istiyordu. Eskişehir’e kadar geldi. 25 Ekim 1147 de, Eskişehir Meydan Muharebesinde Sultan Mesud ordusu tarafından perişan edildi. Alman ordusunun büyük bir kısmı imha edildi. Ancak kaçabilenler canlarını kurtarabildiler. Kaçanlarla beraber Kral Konrad İznik taraflarına geldiğinde ordusunun yüzde doksanını ve ağırlıklarını kaybetmişti.

Almanların Konya’yı işgal ettiklerini zanneden Fransa Kralı Louis, Alman İmparatoru Konrad’la 1147 sonlarında İznik’te karşılaşınca, felaketi ve Konrad’ın dağlardan nasıl kaçtığını öğrendi. Selçuklu Ülkesini geçmenin imkânsızlığını anlayan Fransa Kralı 150.000 kişiye yakın ordusuyla, İznik-Balıkesir- Bergama- İzmir-Efes yoluyla Türk toprakları dışında sefere devam etti. Louis, Alman İmparatoru Konrad gibi Sultan’ın ordusu ile karşılaşıp tehlikeye girmemek için yolunu değiştirdi. Menderes Nehri sahili boyunca yol almakta iken Isparta Yalvaç yakınlarında 14 Ocak 1148 de Selçuklu askeriyle karşılaştı. Ağır kayıplara rağmen Türkleri geri çekilmeye zorladı. Bir hafta sonra 21 Ocak 1148 de Gelendost yakınlarında Kaşıkçıbeli’nde Türklere yenildiler. Fransız ordusu da hemen hemen tamamı imha edildi ve pek azı kurtulabildi. Kral Louis kayaların arkasına saklanarak canını kurtardı. Kralın sesinden tanıyan hayatta kalan askerler etrafında toplandılar. Kral Louis Anadolu’da kaçmaya karar verir.
Bu kılıç artığı Haçlılar, Bizans hâkimiyetindeki Antalya’ya ulaşırlar. Antalya Valisi Landulf’un, ancak beş haftada hazırlatabildiği gemiler ordunun tamamını taşımaya yetmedi. Ayrıca nakliye ücreti bir hayli fazlaydı.

Haçlılardan kral ve maiyeti, parası olan zengin Haçlılar, asiller, kont ve baronlar, piskoposlar gemilere binip, Suriye sahillerine doğru yola çıktılar. Parası olmadığı için gemilere binemeyen yoksul Haçlılar ise, kaderleriyle baş başa bırakıldılar.

Çaresizlik içinde piyade birlikleri halinde Suriye’ye doğru sefere devam eden bu Haçlı kalıntısı, yollarda Türklerin saldırısı, Bizans Rumlarının hile ve hıyanetleri karşısında perişan oldular.
Rumlar, Frankları soyuyor, ellerinde kalan paraları da hile ve yalan vaatlerle alıp, hasta ve aç olarak ölüme terk ediyorlar veya öldürüyorlardı. Rumların hileleri giderek tecavüze ve saldırılara dönüştü.

Türkler, artık acınacak, yorgun, pejmürde ve perişan olan ve çepeçevre kuşattıkları bu Haçlı artıklarını isteseler, rahatlıkla kılıçtan geçirebilecekleri aç, susuz, hasta ve yaralı; kılıç sallayacak, mızrak savuracak gücü ve dermanı kalamayan bineksiz, hayattan ümidini kesmiş bu çaresiz insanlara karşı savaşa son verdiler.

Türkler bu kılıç artığı Haçlıları himaye ettiler. Onlara yiyecek ve ekmek dağıttılar. Hastaları tedavi ettiler. Rumların Haçlılardan zorla aldıkları gümüş Haçlı paralarını Rumlardan satın alıp yoksul haçlılara dağıttılar.

Bu süreçte, kendi kralları tarafından, kaderlerine terkedilen ve dindaşları Bizanslı Rumların hıyanet ve zulmünden Müslümanların merhametine sığındılar. Üç binden fazla Frank genci Müslüman olarak Türklerin safına geçti.

Fransa Kralı Louis’in seferde papazı olarak bulunan Odon de Deuil sefer sırasında tuttuğu kayıtlarda:

“Ey hıyanetten daha zalim olan merhamet!.. Müslümanlar, Hristiyanlara ekmek vererek dinlerini satın alıyorlardı. Bununla beraber Türkler onları İslam yapmak için bir zorlamada bulunmadılar” feryadıyla duyduğu üzüntüyü ve Türklerin iyilik, merhamet ve şefkatle Hristiyanların kalplerini kazandıklarını belirtir.[5]

MERHAMET KONULU HADİSLER:

“Bu, Allah’ın kullarının kalplerine yerleştirdiği merhamettir ve Allah, ancak merhametli kullarına rahmet eder.”[6]

“İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.”[7]
“Merhamet, ancak katı kalpli kimselerden çekilip alınır.”[8]

“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.”[9]

“Merhamet edin ki, size de merhamet edilsin. Bağışlayın ki, Allah da sizi bağışlasın.”[10]

*

Değerli okurlarım...

Bu haftanın yürek yakan hazin olayı Kartalkaya’daki otel yangınıydı. Ölenlere rahmet, yarlılara şifalar dilerim.
Ölen yetmiş sekiz can için Ekrem Kaftan dostumuzun yaktığı ağıtı arz ederim:

KARTALKAYA'DAKİ YANGIN İÇİN

Karlı bir dağ başında yetmiş sekiz cân gitti

Anladık ki çok önce devletten vicdân gitti

*

Sarmış nice vücudu cehennemî bir alev

Gecenin sükûtunu yırtan kaç figân gitti

*

Ölüm gelip kaldırdı uykunun kollarından

Dünyada mihmân idi, ukbâya mihmân gitti

*

Aldırmayıp kalanlar karda oyun oynadı

Demek ki cümlesinin göğsünden imân gitti

*

Âh o devlet ricâli "acımız sonsuz" der de

Gidenler devletine güvenden pişmân gitti

*

Köroğlu sağ olsaydı biçerdi zâlimleri

Dağlarına kâtilden yayılan dumân gitti

*

Kâfî yanar ciğerin gidenlerin ardından

Dünya cehennemine kaç masum insân gitti
23 Ocak 2025
Kâfî
[1] Uluç Gürkan, Malta Yargılaması, Kaynak yy, İst-2014 sh: 13-14
[2] Ömer Nesefi, Akaid, Otağ Matbası sh: 224
[3] M. Zeki Pakalın, Tarihe Mal olmuş Fıkralar, 1946 sh: 13
[4] Muharrem Ertaş'ın bozlağından
[5] Oğuz Ünal, Horosan’dan Anadolu’ya Türkiye Tarihi, 2. Baskı Ötüken yy, İst-2014 sh: 402-406
[6] Müslim, Cenaiz, 11; Buhârî, Merdâ, 9
[7] Buhârî, Tevhid, 2
[8] Ebû Davud, Edeb, 58; Tirmizî, Birr ve Sıla, 16
[9] Tirmizî, Birr ve Sıla, 15
[10] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II. 219