Sözün gücü bazen o kadar derin olur ki, bir dizede tüm acıları, çileleri ve yaşamı öyle yalın bir şekilde anlatır ki, başka hiçbir şey söylemeye gerek kalmaz.
İşte o dizelerden biri de halk müziğimizin en değerli örneklerinden biri olan "Bir çift öküz yeter mi?" türküsünde saklıdır.
Her bir kelime, her bir mısra, o dönemin ezilen insanının, açlık ve sefaletle mücadele eden köylüsünün, sistemin çarklarında ezilenlerin derin bir çığlığıdır.
Bir çift öküzle tarla süren, toprağını işleyen, ekmeğini taştan çıkaran bir insanın hayatı asla kolay değildir.
Mehmet Emmi’nin "Aha Mehmet Emmi" diye tekrar edilen adı, sadece bir bireyi değil, tüm köylüyü simgeler.
Her "Aha Mehmet Emmi" de, o insanın, o toplumun sesi, feryadı yankı bulur.
"Böyle baca tüter mi?", "Aç insanlar yatar mı?" soruları, o zamanın köylüsünün tek kaygısının ekmek olmadığını, aynı zamanda onurlu bir yaşam sürmenin de ne kadar zor olduğunu gösterir.
Çocuklar uyumazken, bir tarafta açlık ve sefalet varken, "baca tüter mi" sorusu aslında bir yaşam mücadelesinin, bir onur mücadelesinin sembolüdür.
O günlerde köylü, tarlada sabah akşam çalışırken bir yanda sistemin baskılarıyla, diğer yanda içsel bir hırsla mücadele ediyordu.
Bugünse bu mücadele, daha görünür ve daha acı bir şekilde devam ediyor. Aradaki fark belki de sadece zaman ve mekân.
Ancak köylünün soruları hâlâ geçerli.
Bugün "Bir çift öküz yeter mi?" demiyoruz belki ama bir insan, geçimini sağlamak için ne kadar çalışmak zorunda kalmalı?
Bir çocuk, ailesiyle birlikte aç yatarken; bir başkası lüks içinde mi yaşamalı?
"İlçeye yolculuk var," diyor Mehmet Emmi, ama bu yolculuk, belki de hayatta bir yerden başka bir yere geçişin değil, umudu yitirmiş insanların her günkü göçüdür.
Her bir adım, daha iyi bir yaşam için verilen bir mücadele olsa da, bazen yollar tıkalıdır.
"Sür eşeği tımara," derken, sadece iş gücünü, emeği değil, aynı zamanda toplumun içinde hapsolmuş adaletsizliği de anlatır.
On çocuk, arpa yiyor.
Ama bir kesim çocuklar, o arpayı yemek bir yana, düzgün bir eğitim bile almaz.
Bugün toplumdaki sınıf farkı, bir zamanlar şarkılarda dile getirilen açlık ve sefaletin daha modern ve görünür bir şekli haline gelmiştir.
Yoksul, daha da yoksullaşmakta, zengin ise lüks içinde hayatına devam etmektedir.
"Sarı sıcak yamandır" derken Mehmet Emmi, her şeyin bir bedeli olduğunu, zenginliğin de bir tür sıcağının olduğunu, ama bu sıcağın, yoksulu daha da yakacağını anlatır.
Gölge, bunu bilmez.
Zengin, sıcağın altında rahatça gölgesinde gezerken, yoksul her adımında o sıcaklığın tam ortasında kalır.
Ve işte o günkü "mahkeme", günümüzde hâlâ soruyor: Adalet ne zaman yerini bulacak?
Herkesin eşit olduğu bir toplum ne zaman gerçekleşecek?
Bu sorular, Mehmet Emmi'nin dile getirdiği ve yıllar önce ezilen insanların yaşadığı dramın aynı izlerini taşıyor.
Ne yazık ki, bu soruları sormaktan başka elimizden bir şey gelmiyor gibi. Ama belki de tek yapmamız gereken, her birimizin sesini duyurmak ve bu adaletsiz düzene karşı dik durmaktır.
O zaman, belki de Mehmet Emmi'nin sesinden ve o eski şarkının derinliğinden bir şeyler çıkararak, bir adım ileriye gidebiliriz.
Mahkemeye gitmek…
İşte belki bu, hala bir çözüm arayışıdır.
Ve biz de bugün bu soruları yine sorarak, "Gidelim mahkemeye" diyebiliriz.
Çünkü adalet, her zaman için en yüksek değer ve en büyük ihtiyaçtır.