(BOYABATLI HACI MEHMED PEHLİVAN’IN İFADESİ)
Mabeyinci Fahri Bey, Taif’teki mahkûm arkadaşlarının ifadelerini zapta almaya devam ediyor. Yozgatlı Mustafa Pehlivan’dan iki gün sonra, 2 Eylül 1881 de Boyabatlı Hacı Mehmed’in ifadesini kayda alır. Aşağıda Boyabatlı Hacı Mehmed’in ifadesidir. Bu ifade altında da kendisi ile birlikte 11 kişinin imzaları vardır.
Sultan V. Murad’ın on sekiz sene köşk bekçiliğini yaptım. Şehzade Murad tahta çıkınca, Şamdancı[1] olarak tayin olundum. O sırada Sultan Azizi hizmetine emektarlardan üç adam gönderilmesi gerekliymiş. Yüz lira maaş vaad olunmuş olduğundan Pehlivan Mustafa’nın takriri ile üç kişi tayin olunduk. Dört de Haremağası ile birlikte Cumartesi günü Fer’iye’ye gittik. Haremağaları Saraya girdiler. Biz üç kişi o gece karakolda kaldık. Ertesi gün sabahleyin Saraydan feryat sesleri gelmeye başladığında askerlerle içeri girdik. Abdülaziz merhum kendi kendisini öldürmüş olduğu, Valide Sultan, bir takım cariyeler ve kadınlar yanında feryat etmekteydiler.
Sonra merhumun cesedini asker alıp dışarı çıkardı. Biz de çıktık. Üçümüz Dolmabahçe Sarayına gidip orada kaldık.
Sultan Abdülhamid hazretlerinin cülüslarını müteakip her birimiz birer miktar maaşla çirağ buyrulduğu gibi bana da iki yüz elli kuruş çıraklık maaşı ihsan buyrulduğundan memleketim Boyabat’a gittim.
Bu senenin Mart ayı içinde İstanbul’a getirilmem için Sinop Mutasarrıflığına telgraf gelmiş. Mübaşirle birlikte Mart ayının 24. Günü İstanbul’a geldim. Doğruca Mabeyn-i Hümayuna gittim. O gün beni huzur-i şahaneye çıkardılar. Gündüz saat 10.00 dan gece saat 04.00 e kadar benden birçok şeylerle beraber Abdülaziz’in vefat durumunu ve bizim memuriyetimizi sordular. Ben de karakolda nasıl kaldığımızı ve ertesi günü zuhur eden feryatlar üzerine askerlerle nasıl gittiğimizi hikâye ettim. Bunun üzerine üç Haremağası getirdiler. Bunun birisi, Abdülaziz’i Fahri Bey’in tutup Pehlivan Mustafa kolunun damarını kestiğini ve güya ben de dizini tutmuş olduğumu gördüğünü söyledi ise de bu Arap (zenci), o gece epeyi sarhoş olduğundan benim cevabıma vakit kalmayarak, Zat-ı Şahane hiddetle Arab’a bir tokat vurup huzurdan kovdu. Ondan sonra Zât-ı Şahane bana hitaben:
- “Ne diyeceksin?” diye buyurdular. Bu sözün yalan ve iftira olduğunu söyledim.
O sırada kısa boylu bir genç kâtip gelip kâğıt üzerine uzun uzadıya bir şeyler yazdı. Bana bu kâğıdın mühürlenmesini teklif ettiler. “Mührüm yoktur” dedim. İnanmadılar. Mabeyinci Osman Bey üstümü ve ceplerimi aradı. Mühür bulamadığından parmak basmamı teklif ettiler. Kâğıtta yazılan şeyleri bana söylemediklerinden ne yazıldığını bilmez isem de mademki Zat-ı Şahaneden emir buyruluyor, ben de parmağımı bastım. Oradan beni Tüfekçilerden Ali Bey’in odasına misafir ettiler. Oraya gittim ve yattım.
O aralık Kâğıthane Köyü İmamı misafir olduğum Ali Bey’le görüşmeye geldi. Bu işe dair lakırdı edeceğini anladığımdan, uyumuş olduğumu anlasınlar diye horlamaya başladım. Kâğıthane Köyü İmamının söylediklerinden Pehlivan Mustafa’nın benden evvel celp edilip işkence ve eziyet olunmakta olduğunu anladım. Hâlbuki Zat-ı Şahane evvelce beni sorgularken Pehlivan Mustafa’yı sorup, onu da getirteceğini irade buyurmuş idi.
İmamın söylediğine göre benden çok evvel celp olunmasıyla eziyette olduğu gibi bana da eziyet ve işkence edeceklerini anladım. Deliliğe vurmaktan başka çare hatırıma gelmedi. Âdeta deli gibi oldum.
Ertesi gece beni yine huzura çıkardılar. Pehlivan Mustafa’yı da oraya getirmişlerdi. Kendisi aslı olmayan öldürme olayını ikrar etmiş olduğundan, Zat-ı Şahane benimle görüştürülmesini emretti. Yine huzurda Mustafa ile görüştüğümde Zat-ı Şahane bizim hiç birimizin kılına bile bir hata, zarar ve ziyan gelmeyeceğini, Mushaf-ı Şerif’e el basıp yemin ettiğini ve maksadının Mahmud Paşa’nın başını ezmek olduğunu, Mustafa bana söyledi. Mustafa bunları anlatırken Zat-ı Şahane Efendimiz de bana başkaca hitap ederek, hiçbir zararı dokunmayacağından başka istersem maaşımı artıracağını, istersem Şamdancı tayin edeceğini beyan ederek hemen Mustafa’nın dediği gibi söylememi irade buyurdular. Ben yine delilikten ve “ben bilmem” demekten ayrılmadım. Onun üzerine beni ve Mustafa’yı iki kafes arasında bir yere çıkardılar. Ragıp Bey gelip oturdu ve Mustafa’ya:
- “Bir kere daha söyle” dedi. O da:
- Fahri Bey tutup, benimle Cezayirli dizlerine oturduğumuzu kendisi de kestiğini” ifade etti. Bana da:
- “Delilik lazım değil. Benim dediğim gibi söylersen hakkınızda hayırlıdır ve selamettir. Aklın ermez maksat başkadır” demesiyle ben de:
- “ Mustafa’nın söylediği gibi oldu” dedim.
Ertesi gece yine beni ve Mustafa’yı yine Zatı Şahanenin huzuruna çıkardılar. Cezayirli Mustafa’yı da celp etmiş olduklarından, Onu da getirdiler. Zat-ı Şahane, Cezayirli ’ye hitaben;
-“Abdülaziz merhumu nasıl öldürdünüz? İşte Mustafa ile arkadaşı söylüyorlar” diye sorusuna cevaben;
-“Aslı yoktur” demesiyle Zat-ı Şahane Cezayirli ‘ye bir tokat vurmakla beraber yanındaki tabancayı çıkartıp ve kurup ağzına tuttu. Küçük Tahir Ağa vesâir tüfekçiler, adı geçeni kesmek için yere yıktılar. O halde iken bize izin verdiklerinden oradan Aydın Bey’in kulübesine geldim.
Mahkemede idam hükmü verildiği gün mahpus olduğum kulübeye dönüşümün akabinde, Padişah tarafından Tüfekçi başı Tahir Ağa gelerek, padişahın selamını getirmiş ve:
“- Sakın korkmasın, merak edecek bir şey yoktur” diye sâdır olan irade-i seniyyeyi de tebliğ ettiler.
7 şevval (1)298
2 Eylül 1881
Hacı Mehmed
(Mührü olmadığı)
İşbu ifadede yazılı olaylar, Hacı Mehmed’in kişisel ifadelerinin aynısı olup Taif’te ikamet müddetimizde adı geçenin bir defada gerek bizlere ve gerek diğer kişilere anlattığı hikâyesine tamamen uygun olduğu şahadetle tasdik olunur.
Eski Sadrazam Midhat (imza) / Eski Şeyhülislam Hasan Hayrullay (mühür)/Eski Serasker Mahmud Celaleddin (Mühür)/Eski II. Mabeyinci Ahmed(Mühür) / Eski II: Mabeyinci Fahri (Mühür) / Miralay Mehmed İzzet (Mühür)/ Binbaşı Ali Rıza (Mühür)/ Binbaşı Mehmed (Mühür) / Pehlivan Mustafa(Mühür)/ Cezayirli Es-Seyyid Mustafa (Mühür) [2]
Hacı Mehmed
Hacı Mehmed, Sinop’a bağlı Boyabat kazasının Hürremşah Köyünden olup Elmacıoğlu Mustafa Ağa’nın oğludur. 1842 de köyünde doğmuştur. Hacı Mehmed, Mustafa Pehlivan’ın maiyetinde Sultan Murad’ın Kurbağalıdere Çiftliğinde bekçi iken Murad’ın hükümdarlığında Pehlivan Mustafa ibriktarlığa tayin edilince, bu da onun yerine Şamdancı olmuş ve yüz lira aylık ve otuz lira elbise parası ile diğer iki arkadaşıyla beraber Abdülaziz’in hizmetine tayin edilmişti.
Hacı Mehmed Sultan Murad’ın hal’inden sonra iki yüz elli kuruş maaşla tekaüd edilip köyüne dönmüştü. Abdülaziz Vakasında dahli olanların toplattırıldığı sırada köyünden alınarak, koruma altında İstanbul’a getirilmiştir. Mahkeme sonucunda taammüden katil olduğu kanaatiyle idamına hüküm verilmiş sonra idamların müebbede çevrilmesiyle de Taif Kalesinde hapsedilmiştir.
Hacı Mehmed 27 sene hapis yattıktan sonra 1908 de Meşrutiyet affı ile 39 yaşında girdiği hapisten 66 yaşında çıkarak memleketine dönmüştür. Hapishaneden hayatta kalan 3 kişiden biridir.
Hacı Mehmed evli olup oğlu ve kızları ile Boyabat’ta Hacı Memiş ve Abdurrahman isimlerinde iki ağabeysi vardı. [3]
[1] Şamdancı Başı = Saraylarda şamdanlarla kandillerin yakıp söndürülme ve temizlenme ile vazifeli memurların başına verilen addır. Vesikalarda “Ser-Şamdani” suretinde de geçer. ( M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 3. Cilt sh:308 )
[2] İbretnüma, sh: 76-78. Yazı tarafımızdan sadeleştirilmiştir.
[3] Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Taif Mahkumları sh: 139