Mal, mülk, servet yığanlar.

Yığdıkça Karunlaşıp malıyla öğünler..
Seçildim deyip Makamının aşkıyla Firavunlaşanlar.
Gücün körlüğüyle, makam aşkıyla, koltuk sevgisiyle Yezitleşenler.
Hiç ibret almayacak mısınız koltuklarında, makamlarında da ölenlerde.
Malıyla mülküyle servetiyle şöhretiyle etrafınızda, yanınızda ölenlerde.
Mal, mülk, Servet, makam tanrısına tutulanlar.
Firavun gibi mülk, güç, iktidar benim değil mi diyenler.
Yezit gibi geçici dünya uğruna zulmün adı olanlar.
İbretlik bir hikâye bilmem öğüt alan olur mu?
Başkentin lüks semtlerin birinde, iki katlı villasında, saygın bir milletvekili yaşarmış.
İktidarın nimetlerinde baya bir mal, mülk, servet, şöhret elde etmiş.
Yaşı ilerlemiş artık kesilmiş biletin vaktinin yaklaştığını düşünerek.
Her canlının bir sonun var, geldiysen gideceğinim bileceksin dermiş.
Dünya tatlıda olsa, mal, mülk senin de olsa, hepsi bu dünyalık kalacağı yer dünya.
Giderken ne mal ne mülk nede vekillikle uğurlanmıyorsun giderken de bir kefen örtün.
Seçilmiş oğluna, kızına, damadına, yakınlarına, dostlarına vasiyetinde bulunuyor: 
“Ben mezara konulduğum gün kim gelir benimle bir gece mezarda kalırsa ona falan semtteki iş hanımın yarısını bırakacağım” diye vasiyet ediyor”.
Çoluğu çocuğu, akrabaları servetin yarısı bırakılmasına rağmen bunu yerine getiremeyeceklerini düşünüyorlarmış. 
Vakit gelmiş bilet kesilmiş adam ölmüş.
Adamın ölmeden önce vasiyetini yakınları dostları biliyormuş. 
Bunu duyanlardan biri de seçilmişi dünyalık mal, mülk, makam sahibin uzakta tanıdığıymış.
Oğlu, kıza, damadı, yakınları yatmayacağına göre ben yatarım demiş.
Gündelikçi, hamaliye ne iş bulursa emeğiyle yaparmış.
Adamın öldüğü haberini duyunca kendisinin bir gece mezarda kalabileceğini söylemiş. 
Bunun üzerine cenaze merasiminden sonra Karşıyaka mezarlığında hamalı da adamla birlikte kabre koymuşlar.
Hamal yaşarken nem vardı ki kabirde kalsam ne olacak deyip hiç olmaz ise bir han ortağı olacağım ölüyle birlikte yan yana yatmış. 
Hamal yatarken derin düşünceler dalmış.
“Zaten bir tane ipim bir tane de küfem var. 
Kaybedecek bir şeyim yok. 
İyi ettim de bu adamla buraya girdim. 
Çıktığımda Ankara’da hatırı sayılır insanlarından biri olacağım” diye düşünüyorken bir gürültü kopmuş ve dünyada daha önce hiç karşılaşmadığı yüzlere orada rastlamış.
Gelen melekler aralarında konuşuyorlarmış:
“Bu ölü olan zaten elimizde. Onu istediğimiz vakit hesaba çekebiliriz. İlk önce şu canlı olandan başlayalım”.
Adam tir tir titriyorken başlamış melekler peş peşe sorular sormaya: 
“Söyle bakalım ey falan oğlu filan. 
Küfenin ipini nereden buldun? 
Nasıl aldın?
Satın aldıysan ne kadara aldın? 
Kimden aldın?
Aldığın kişiyi dolandırdın mı, çaldın mı, yalan, dolan, hilen oldu mu?
Devleti, milletin, yetimin, fukaranın bunda hakkı var mı?
Hakiki değerinde mi verdin ücretini?” gibi durmaksızın arkasında gelen sorular…
Adamın dili dolanıyor ter içinde sorulara cevaplar bulmaya çalışıyor; ancak o cevap verdikçe ip ile ilgili bir başka soru ile karşılaşıyormuş.
Gün ağarırken zengin adamın çocukları, akrabaları gelmişler ve adamı mezardan çıkarmışlar. 
“Artık kasabanın sayılı zenginlerindensin. 
Anlat bakalım, babamız nasıl, bir gece mezarda kalmak nasıl bir duygu?” demişler.
Hamal: “Aman, lanet olsun! 
İstemiyorum!  Bütün mal mülk makam sizin olsun!
Ben bir ipin hesabını sabaha kadar veremedim babanız “naneyi” yedi; mimletin hakkı o kadar malın mülkün hesabını kıyamete kadar verebilir mi, onu bilemem” der.
Ahiretin için faydası olmayacak makamların, malın, servetin, şöhretin peşinde bu kadar koşuyorsunuz.
Anadan üryan geldin, iki metre kefenle döndün ömrün hepsi bu.