Doktor Şakir Feyzi hacı Hanım adlı yaşlı bir kadını altı ay boyunca evine giderek tedavi eder. Şakir Feyzi'den memnun olan kadın ona bir sır verir. Gençliğinde bir Paşa'nın konağında çalışan Hacı Hanım'a Paşa bir kitap vererek ona vasiyette bulunmuştur. Bu vasiyette Paşa'nın konağında sakladığı bir definenin yeri yazılıdır. Paşa Avrupa'ya kaçan kızı eğer yurda dönerse bu kitabı ona vermesini söylemiştir. Hacı Hanım ömrü vefa etmeyeceğini bildiğinden bunu Şakir Feyzi'den istemektedir. Şakir Feyzi'yi bundan sonra farklı bir macera beklemektedir...
Edebiyatımızda, başlı başına insan ruhunun derinliklerinde olup bitenleri ele alan ilk roman, Mehmet Rauf’un Eylül’üdür. Yazar genellikle bu büyük yapıtıyla anılsa da, aslında farklı türlerde romanlar da yazmıştır. İşte, Define belki de onların en ilginci; polisiye-macera türünün bir örneğidir. Mehmet Rauf'un Define ve devamı Kan Damlası adlı romanları, polisiye roman türünün sürükleyici örneklerindendir. Define'de, Divan şairi Fuzûlî'nin Divan'ındaki kimi sözcüklerle şifrelenip nerede gizlendiği belirtilen altın paraların ve mücevherlerin bulunuş serüveni, heyecanlı bir dille anlatılır.
Mehmet Rauf’un ilk polisiye romanı Define’de Başhekim Şakir Feyzi’nin başından geçen maceralara tanık oluruz. Erzurum Hastanesi’nde karşısına çıkan yaşlı bir hastasından öğrendiği miras hikâyesiyle soluğu İstanbul’da alan doktor, eldeki şifreli metni çözmeye ve mirasın sahibini aramaya koyulur. Sherlok Holmes ve Arsen Lüpen maceralarının sıkı takipçisi, polisiye roman okuru Doktor Şakir Feyzi, definenin esrarını çözmeye çalışırken türlü belalar ve ölüm tehlikelerinin yanı sıra aşkla da karşılaşacaktır.
Serrican Kabalcı’nın anlatımıyla; “Kahramanın mitolojik yolculuğunu ayrılma-erginlenme- dönüş döngüsüyle açıklayan Joseph Campbell, çağdaş dünyanın mitolojik geleneklerini ortaya çıkarmayı amaçlayan bir isimdir. Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı eserinde yolculuk/aşama arketipini temelde üç evreye ayırarak sınıflandırır. Buna göre, doğaüstü bir maceraya atılan kahramanın yola çıkması, türlü engeller ve sınavlarla karşılaşarak erginlenmesi ve başarıya ulaşıp geri dönmesi gerekir. Joseph Campbell’ın belirlediği bu sistematik, Mehmet Rauf tarafından yazılan ve polisiye bir roman örneği olan Define’de (1927) takip edilebilmektedir. Romanın başkişisi olan Şakir Feyzi, büyülü nesneye ulaşmak için geçilmesi gereken aşamaları tek tek tecrübe eder. Beklenmedik bir anda gelen çağrıyı kabul ederek bir maceraya adım atar, kılık değiştirerek çeşitli tehlikeleri göğüsler ve yaşadıklarının sonunda ödülü olan hazineye ve sevdiği kadın olan Suzan’a kavuşur.”
Kısa birkaç alıntı;
“Böylece mürekkeple yazılmış olarak şu kelimeleri buldum: Yıldız, deniz, bir içeri, iki dışarı, merdiven, sahanlık, boğum, dokuzuncu, karayel istikameti, dans eden demir… tarafında yönü. (…) iki koy burnunda deniz tarafından yıldız yönünde dokuzuncu boğum bir içeri iki dışarı merdiven sahanlığında karayel istikametinde dans eden demir.”
“Sanki her saadet, her talih ve her kadın mutlaka benim olacakmış ve hatta benimmiş gibi yürüyordum.”
“Hanımefendi İstanbul’da bulunuyor ve kızıyla birlikte Taksim’de oturuyormuş. (…) İlk kocasından olan kızı… Tabii bugün aşağı yukarı on yedi, on sekiz yaşında olacak bir hanım! (…) Hanımefendi insanı ilk anda kibarlığı, asaletiyle büyüleyen, konuşmaya başlayınca sesinin tatlılığı, tavrının letafeti, şiir gibi varlığıyla insanı kendine hayran bırakan, dünyada ender rastlanan biriydi. Ancak otuzbeşle kırk arasında… Zevkine göre tek bir kusuru var: Biraz şişmanca, fakat ne ipek bir mahluktu!”
Şakir Feyzi Suzan’ı ilk kez görür:
“Kapının ağzında bir genç kız mı belirdi, yoksa güneş mi doğdu, anlamadım. Annesinin yüz çizgilerinin daha yumuşak bir örneği olan çok güzel bir kız. Biçimli vücudu, ışıltılı bakışları, candan gülümseyişi karşısında ne diyeceğimi gerçekten şaşırdım. (…) Bu denli kısa süre içinde, bir çeyrek saat önce hiç tanımadığım bu bayanlarla şimdi kırk yıldır tanışıyormuşçasına canciğer olmuştuk.”
Şakir Feyzi, Suzan’ı gördükten sonra büyük ödül olarak gördüğü defineden çok genç kıza kavuşmayı hayal eder. Defineyi bulmak için girişilen maceraların birinde hem Şakir Feyzi hem de Suzan tutsak edilir. Suzan bir kaçış yolu bulduğunu Şakir Feyzi’ye notla bildirir. Korku dolu bu anlarda Şakir Feyzi’nin aklından şunlar geçer:
“Eğer Suzan’ın yardımı gerçekleşmezse yarın ölecektim. Öleceksem, acaba beni nasıl bir ölüm bekliyor? Önümde iki olasılık var. Kurtulup Suzan’la mutlu bir hayat yaşamak ya da kurtulamayıp burada öldürülmek. Bakalım piyangodan hangisi çıkacak?”
Onları tutsak edenleri planladıkları gibi atlatan Suzan ve Şakir Feyzi, mutluluk içinde birbirlerine kavuşur. Şakir Feyzi bu anları şu şekilde anlatır:
“Karanlık gökyüzünün ışıltısı altında bir gölge bana doğru atıldı. Suzan’a kollarımı açtım ve birbirimize sarıldık, sarıldık, sarıldık. Şimdi Suzan kollarımın arasındaydı. Göğsü göğsümün üstünde. Kalplerimizin çırpıntıları birleşti, alıp verdiğimiz soluk birbirine karıştı. (…) Artık tamamıyla benimle kaynaşmış olan Suzan’la sürebileceğim pürüzsüz, sonsuz mutluluk yaşamını lekesiz bir gökyüzü gibi görerek, derin neşe ve hayat selleriyle coşuyordum.”
Şakir Feyzi ve Suzan, sağ salim haydutların elinden kurtulduktan sonra kendilerini kaçıranların yakalandıklarını öğrenirler. İşin içyüzü polisler tarafından aydınlatıldıktan sonra altınlara kavuşurlar. Bu mutluluk dolu anlarda: “Artık Suzan yerinde duramıyor, fıkır fıkır kaynıyor, vücudu bin bir ateşle yanıyor, gözleri süzülüyor, özellikle bana baktıkça bu gözlerde sonsuz bir sevecenlik ve sevgi canlanıyordu. Ah, içimi ısıtan yavrum, Suzancık.”
Bu mutlu dakikalarda Hadiye Hanım, defineye ulaşmalarında kendilerine yardım eden Şakir Feyzi’ye dönerek şunları dile getirir:
“Size gelince, siz artık biz demeksiniz Şakir Feyzi Bey. Sizi para ile ödüllendirmek çok büyük küstahlık olur. Yine de size uygun gördüğüm bir hediyeyi kabul etmenizi istiyorum. (…) Sakın yanlış anlamayın. Hediye dediğim istediğinizden başka bir şey değil. Hediyem bilmecelerde olduğu gibi capcanlı. Size kızımı eş olarak vermek istiyorum. Buna ne dersiniz? Kulaklarına kadar kıpkırmızı olmuş olan Suzan başını eğerek hoş bir tavırla bana ellerini uzattı. Bu ışık saçan elleri tapınır gibi tutarak genç kızı kendime çektim ve onu göğsümün üstünde sıkarak temiz bir evlilik öpücüğü kondurdum.”
Mehmet Rauf ‘Define’ kitabını yazıyor peşine de ‘Kan Damlası’ kitabını yazıyor ve böylece bir seri, bir devam kitabı ortaya çıkmış oluyor. Bu iki eserin edebi yanı tartışma konusu olmuş zamanında ancak nihayetinde polisiye roman olarak Türk Edebiyatı Klasikleri serisinde yerlerini almışlardır. Yazarı öncü, cesur, girişimci yönleri var. Eserlerinden ‘Eylül’ ilk psikolojik roman olarak anılırken kendisinin bir de polisiye roman denemesinde bulunması ve bu denemenin edebiyatımız adına değerli bir girişim olması, burada haklı bir çaba olduğunu düşündürüyor.
Polisiye severler için bir ilk olarak önerebilecek gayet akıcı bir kitap… Serinin devamı Kan Damlası isminde devam ediyor. Anlaşılması kolay ifadeler içeriyor, tek okumada kolaylıkla bitirebileceğiniz bir eser. Kendini tekrar etmeyen olay örgüsü hızlı devam eden gereksiz merak içermeyen bir eser. Tatlı ve meraklı okumalar…