«Esselatu vesselamu aleyke Ya Resulullah! Essalatu vesselamu aleyke Ya NebiyAllah!»  diye selamladım. Bir yandan da Resulullah’ın getirdiği

Medine’deki son gün sabah ezanı okunmadan hemen önce uyandım.Abdest alıp Mescid-î Nebevi yoluna koyuldum.Sokaklar insan doluydu.Her cadde, otellerden çıkıp mescide yetişmek isteyen insan seliyle birlikte  misk gibi gül kokusu kokuyordu.Her yerde bir  dinginlik vardı...Bu büyük kalabalığa rağmen bağıran,çağıran, konuşan kimse yoktu.Hepimiz sesimizi kısmamız gereken Nebiyi Muhterem'in makamına gittiğimizin mübalağa derecesinde  bilinciydeydik.Sabah namazını Mescidi Nebevi’de kılıp biraz dua etmek ve Resulullah'ı selamlamak arzusundaydım

 Mescidin avlusu  iğne atılsa yere düşmeyecek şekilde doluydu. Normal şartlarda imamın arkasında olmak gerekir fakat -nedenini bilmediğim şekilde-mescidin avlusunda saf tutan  bazı Müslümanlar'ın  imamın hizasını geçtiklerine şahit oldum.Kapıdan girince görevlilerin yönlendirmelerine uyup  üst kata çıktım.Üst katın yarısı boş sayılırdı. Sünnet ve farzı kıldım; farzdan hemen sonra kılınan cenaze namazına da katılarak tanımadığım ama teşçî gayesiyle camiye getirilen Müminler için mağfiret talep ettim.Namazdan sonra içimden geldiği gibi uzun uzun duada bulundum.Zahir ve batın,büyük- küçük,gizli- açık bütün nimetler için Allah'a  hamd ettim. Dokuz yıldan sonra gelmek sadece  lütfu ilahinin eseriydi. Bir şiirde söylendiği gibi ‹Senle Mekke- Medine döndü gül bahçesine.› Medine’yi Medine yapan Resulullah’ın mübarek kabrinin orada bulunmasından başka ne olabilir ki!İşte o muhabbetin eseri yüzbinlerce Mümin'in Medine'deki mevcudiyeti.

"Fedake bi Ebi ve Ummi Ya Resulullah!" diyecek samimi yüreği ve imanın ruhunu kaybettik maalesef.Genelde  dünyadaki müslümanların özelde de ülkemizdeki inananların son otuz yıldan bu yana ihmal ettikleri takva ve ihlası kuşanma ile evlat terbiyesi toplumu derin bir uçuruma doğru sürüklüyor..Allah muhafaza,bunun sonu toplumsal kıyamettir.İçinde bulunduğumuz muhataralı durumu fark edip bu gidişata dur demek ne kadar da uzak bir ihtimal gibi  görünüyor.

Dünyanın her tarafından gelen müslümanlardaki Resulullah sevgisi keşke onun hakiki sünneti olan Kur’an ahlakı olarak vücut bulabilseydi.İmanın; hayatı,  önce yemyeşil bir ağaca,  sonra da ter û taze lezzetli bir meyveye tahvili mümkün ve mukadder olabilirdi..İşte o  vakit belki   islam’ın diriltici mesajına muhtaç olan dünyaya  yeniden bu mesajı taşıyabilecek vasıflara sahip olan bir ümmet, asrı saadeti çağımıza taşımaya layık hale gelebilirdi...Ama büyük bir fırsatı kaçırdık.imkanı başka ideolojilerin baston değneği yaptık...Bütün İslam ülkelerindeki siyasî vaziyet bu hâli çok güzel resmediyor...

Namazdan sonra Selam kapısına kadar yürüdüm. İnsanlardan büyük  bir kısmı kapının önünden başlayıp wc'lerin önünden geçen,ardından  üç dört zigzag çizip koridor şeklinde tekrar Selam kapısına ulaşan plastik dubaları takip etmekten bitkin idiler...Engellerin meydana getirdiği koridordan 2-3 zikzak çizerek (havaalanındaki pasaport kontrolüne benzer) selam kapısına ulaşmanın derdinde olanlar duvarlardaki levhalardaki " Bu yeni sistem sizin daha iyi ziyaret edebilmeniz içindir!" bilgisini okurken hayretle kafalarını sallıyorlardı.Ben de öyle yaptım."Ne yani 20 metrelik yolu 500 metreye çıkarmak bizim daha kolay ziyaret etmemiz için mi !İlginç!" diye söylene söylene yürüdüm. Dubaların hemen dışında durup el açan bazı Müslümanlar yeşil kubbeyi selamlıyor, ülkelerinden gönderilen selamları iletiyor ve dua ediyorlardı. Maalesef özellikle Türkiye’den gelen cemaatler ve İran’dan gelenlerin anlattıkları hikayeleri nerden aldıklarını bilmiyorum. Peygamberimizi muhabbet vadisinde lüzumsuz hikayelerle,aaılsız söylentilerle uçurmaya çalışmanın ne faydası var. O zaten  Miraçta yedi kat semaya yükselmedi mi Burak adıyla bilinen binitle? Onu övmek için uydurma hikayelere, mizansen diyaloglara, mevzu hadislere ne gerek var? O,  bizim övgümüze  muhtaç değil ki! Niçin böyle bir dini anlayışın, Peygamber algısının peşine düşüyoruz anlamak mümkün değil. Yüce Allah zaten onu kâfi miktarda övüyor. Makam-ı Mahmud’un sahibi O’dur. Büyük bir ahlak üzere olan O’dur. Atamız İbrahim’in duasına mazhar olmuştur. Havz-ı Kevser ve şefaati uzma müjdesine sahiptir. Bizim içimizdeyken Allah’ın azap etmeyeceğini vadettiği toplumsal sigortanın sahibi o Nebi'dir. Yüce Allah’ı sevdiğimizin nişanesi şanlı Peygamberimize (SAV) gönülden tabi olmak, getirdiklerine tam uymak, yasaklarından da tam manasıyla uzak durmaktır.Beşer Peygamber niçin kafi gelmiyor bize,  niçin aşırılığa düşüyoruz Peygamberimizi sevmede.

İnsan şeline karışmak ne güzel bir his Ya Rabbi! Yavaş yavaş akan insan selinin bir parçası olmak ne büyük şeref Ya Allah! Duvarlardaki yazıları okuyarak gidiyoruz. Kimimiz; salatu selam cümleleri kuruyor, kimimiz çok uzun selamlama ibarelerini telaffuz etmekle meşgul. Sağ elimiz daima  kalbimizin üstünde...Ellerimiz  selam verip  tekrar kalbşmize temas ediyor...Bu durum Bakî kapısına kadar  mütemadiyen tekrarlanıyor. Selam vermeyi ihmal etmemek lazım. Oraya gelene  kadar birçok hadis okudum. Ravza kapalıydı. Bir zamanlar yeşil halılar o bölgeyi gösteren en bariz alamet iken şimdi halıların hepsi yeşil olduğu için çoğu insan asıl Ravzanın sınırını bilmiyor.

«Evimle kabrimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir.» 
«Şefaatim ümmetimin büyük günah işleyenleri içindir.» 
«Esselatu vesselamu aleyke Ya Resulullah! Essalatu vesselamu aleyke Ya NebiyAllah!»  diye selamladım. Bir yandan da Resulullah’ın getirdiği Kuran’ı terk eden kardeşlerimizi düşündüm. « Ben şahidim ki sen Allah’ın Resulü ve kulusun. O’ndan gelen her şeyi ümmete tebliğ ettin. Nübüvvet ve risalet görevini en güzel şekilde ifa ettin.Ancak biz senin davana sahip çıkamadık!» dedim. Selamlamadan sonra Baki mezarlığı tarafından çıktım.İnsanların topla dışı yerde durup yeşil kubbeye bakarak derin bir tefekküre gark oldum. Büyük kısmı mahrem olduğu için yazmaya gerek yok.

 Bu arada zaman su gibi akmıştı.Saat 14.00’ gelmek üzereydi. Otele biegün daha ücret ödememek için bu saatte odayı boşaltmamız lazımdı. Otelin çıkış saati bu şekildeydi. Koşar adımlarla Milli Görüş oteline geldim. Malzemelerimizi toparlayıp valizlere yerleştirdik. Otel ve lokantanın yemek ücretini ödedik.Valizleri arabaya götürdük oğlum Muhammed ile. Kapıyı açmaya çalıştım; maalesef akü tükenmiş. Eşim ve oğlum torunumu oynatmak için arabaya getirmiş meğerse. Çocuk da iç ışıkları açık bıraktığı için akü boşalmış. Uğraştık,uğraştık  fakat çaresiz kaldık. Bir şekilde iştirak bulup bu işi bir an önce bitirmek zorundaydık. Hanım ve gelin kızı otele gönderdim. Biz de tamirci veya bize yardımcı olacak birilerini bulmak üzere caddede dolanmaya başladık.Acele yola çıkmamız zaruriydi..Zira önümüzde uzun bir yol bulunuyordu...