Roman,  küçük yaştayken çeşitli ailevi sebeplerle geneleve düşen küçük bir kızın acı dolu macerasını  anlatmaktır.

Özdemir ve Yegen’e göre; Tanzimat Dönemi, ana çizgileriyle siyaset, cemiyet ve edebiyat  alanlarında göstermiş olduğu değişme ve gelişmelerle Türk milletinin  hayatında önemli bir yere sahiptir. Bu dönemde Osmanlı toplumu, devletin  Batılılaşma çabaları doğrultusunda derin değişimler yaşamıştır. Batılılaşma  ile gelen yeni hayat tarzı, mevcut Osmanlı toplum yapısını olumsuz yönde  etkilemeye başlamıştır. Bunun yanında toplumun kendi bünyesindeki sosyal  aksaklıklar da sosyal yapının hasar görmesine neden olmuştur. Ahmet Mithat  Efendi çoğu zaman, Osmanlı sosyal hayatı ile Avrupa sosyal hayatını  karşılaştırarak tenkit etmiştir. Bu yaklaşım, okurun doğruyu ve yanlışı aynı  anda değerlendirmesini sağlamaya çalışma olarak da ifade edilebilir.

Tanzimat Dönemi eserlerinde “ahlaksız kadın” tiplemesine çoklukla rastlanır. Ancak bunlar, genellikle erkek başkişisini yolundan eden, hayatını karartan, uzak durulması gereken kadınlardır. Ahmet Mithat, bu yönüyle dönemin diğer yazarlarından ayrılır. O Kalyopi’ye kulak verir ve bu acılı hikâyeyi okuruyla paylaşarak, “ahlaksız” görülenin de içine, arkasına bakılmasını ister.

Ahmet Mithat Efendi‘nin 1881 yılında ilk defa basılmış kitabında, roman karakterlerinden, Ahmet Efendi ve Hulusi Efendi yakın arkadaşlardır. Bir gece beraber tiyatroya giderler. Ancak tiyatro çıkışında şiddetli yağan yağmur yüzünden evlerine dönemezler ve yakınlarda bir randevu evine giderler. Randevu evinde Ahmet Efendi’nin karşısına henüz on yedi yaşında bir kadın çıkartılır. Bu kadın Kalyopi’dir. Ahmet Efendi Kalyopi’nin küçük yaşta randevu evine nasıl düştüğünü merak eder ve normal şartlarda gitmeyeceği randevu evine Kalyopi’nin hikayesini öğrenmek için günlerce gider. Ahmet efendi bu sayede Kalyopi’nin güvenini kazanır. Kalyopi ailesinin maddi sıkıntıya girmesi ve ailesine yardım etmek için randevu evine düştüğünü borçları yüzünden çıkamadığını Ahmet Efendiye anlatır. Ahmet Efendi onu bu hayattan kurtarıp topluma kazandıracağına söz verir. Kalyopi Ahmet Efendi sayesinde randevu evinden kurtulur. Kurtulduktan 8 ay sonra da Rum uşağıyla telli duvaklı gelin olarak evlenir.

Eser, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları‘nın Türk Edebiyatı Klasikleri Dizisi içerisinde yayınlandı. Türk edebiyatı klasiklerinin günümüz Türkçesine uyarlandığı bu dizide, kitabın uyarlamasında Demet Sustam‘ın imzası yer alıyor. Eser, sunuş yazısı da dahil birçok yerde, Halit Ziya Uşaklıgil‘in Sefile romanıyla beraber anılır. Bunun sebebi, Haliz Ziya’nın Sefile’yi bu esere bir antitez niteliğinde yazmasıdır. Dönemdeki bir konuya bu kadar zıt bakabilen iki yazarı da okumanızı tavsiye ederim. Ahmet Mithat, Kalyopi’yi bir melek olarak tasvir eder. Halit Ziya ise, bir fahişeyi bu şekilde yüceltmeyi eleştirir. Onun anlattığı olaylar duygusallıktan çok uzak, gerçekçi olaylardır. Olayları objektif bir şekilde kaleme almayı tercih eder. Bu sert ve gerçekçi yazımı, Sefile’nin dönemin sansürüne uğramasına da sebep olur. Gazetede tefrika ettiği eseri kitap haline getiremez.

Birkaç alıntı;
“Ben diyorum ki Türklükte ve İslamiyette ve Osmaniyette bu müstekreh şey  yoktur. Mahza Frenklikten gelmiştir. O şapkalar yok mu o şapkalar? İşte  onlar herhangi memlekete girmişlerse orada murdarlık türemiştir.” 

“İşte Anadolu, işte Asya! Henüz şapkaların girmemiş olduğu yerlere gidiniz  de bir umumhane bulunuz!... Beyoğlu ahalisi yüz bin nüfussa binden  mütevaciz aleni fahişeleri ve yirmi bin nispetinde dahi zanileri vardır. Yüzde  bir zâniye-i aleniyye ve yüzde yirmi zânî-î alenîyî Anadolu ve Asya’nın içeri  taraflarında hangi memleketlerinde bulabilirsiniz.”

“Akvâm-ı şarkıyyeyi akvâm-ı garbiyye bozmuştur. İdâre-i Osmâniyye altında  bulunduğu zaman Yunanistan'da Solyotlar, Manyotlar, gerçekten kahraman  bir kavimdiler. Kadınları kızları âdeta başka milletlerin erkeklerinden daha  kahramandılar. Fuhuş ve zina hemen malûmları olmayıp muâşaka-i  meşrûâneleri bile kahramananeydi. Şimdi ise Atina'ya Şire'ye git de bak.  Besleme ve hizmetkâr kızların kâffesi "dağlı" namıyla yâd olunan  kızlardandır ki bunlar meyanında Solyot ve Manyotlar dahi çoktur.”

“…Beyoğlu için tahmin eylediğin miktarda mütenasip erbâb-ı fuhşu  Müslümanlar nezdinde görebilir misiniz? Ben iddia ederim ki Frenk, Leh,  Maltız, Ulah gibi yabancı Hristiyanlarla Rum, Ermeni misüllü yerli  Hristiyanlar meyanında fuhşun taammümü ahâlî-i İslamiyyeye asla kıyas  kabul edemeyecek bir nispettedir.”
    
“… İstanbul umumî bir meyhane haline girmiş. Adım başında bir meyhane  olduğu gibi içki bulunmadık bir hane dahi yoktur.”

Kalyopi ile Ahmet Efendi arasında geçen konuşmadan; 
"-Senin ismin nedir? 
-Bana Kalyopi derler efendim. Küçük Kalyopi! 
-Demek oluyor ki burada bir de büyük Kalyopi vardır. 
-Hayır! Buradaki kızların en küçüğü ben olduğum için! 
-En küçüğü mü? Kaç yaşındasın? 
-Henüz 17 yaşında!"353
"-Sen bu sanata başlayalı ne kadar zaman oldu? 
-Dokuz ay! 
Dokuz ay zarfında bir kızın böyle sinninin iki misli ihtiyarlanmış görünecek kadar yıpranamayacağını derhatırla, Ahmet birdenbire kızın sözüne inanmak istemediyse de bir de hatırına ‘Henüz 17 yaşında!’ sözü gelerek ‘Vah bîçare! Henüz 17 yaşında! Ne zaman kadın oldu, ne zaman ilk ismet-i melekânesini mahvetti. Ne zaman buralara düştü! Evet! Bu da doğrudur. Bu kız henüz bir senelik günahkâr değildir’ dedi."

Yazarın bu eseri için kendi ifadeleri şöyle; “Henüz 17 Yaşında başlığıyla okuyucularıma sunmakta olduğum bu yeni hikâyede vakaların düzenlenmesi balonundan bir romancı ustalığı bularak övünmeye hiç de lüzum görmüyorum. Bu hikâyenin en büyük meziyeti, her vakasının kati doğruluğudur. Bu hikâyeyi zevk almak için okuyanlar en büyük zevki burada bulabileceklerse de bir hikâyeyi, beşerin umumi ahvalinin aynası olmak üzere, felsefe araştırarak okuyanlar en çok üzerinde duracakları ahvali dahi bu hikâyede bulacaklardır.” Dolayısıyla insanoğlunun macerasını görmek, ondan dersler  çıkarmak bu romanın ulaşmak istediği temel amaçtır. 
Şamil Yeşilyurt’un doktora tezinden bazı kıymetli bölümler alıntıladım sizler için;
Henüz 17 Yaşında’nın yazılış maksadı ile romanın anlatıcısı birbiriyle paralel değildir. Roman,  küçük yaştayken çeşitli ailevi sebeplerle geneleve düşen küçük bir kızın acı dolu macerasını  anlatmaktır. Asıl mesaj ise o tür mekânların roman sınırlarından okurlara açılarak önyargıları  ortadan kaldırmaktır. Hâl böyle olunca romanı baştan sona kadar kahraman anlatıcıların idare  etmesi beklenir. Oysa dışöyküsel anlatıcının yetkisini kaybetmek istemeyen Ahmet Mithat, sözü  zaman zaman birinci ve ikinci derecedeki kahramanlara devretmekle birlikte merkezdeki anlatıcı  olarak yine dışöyküsel anlatıcıyı kullanır

Henüz 17 Yaşında, Ahmet Mithat’ın biyografisinden izler taşıyan gerçekçi bir eserdir. Bu  romanında daha küçük yaşta iken geneleve düşen bir Rum kızının hikâyesi anlatılır. Ahmet  Mithat Efendi’nin ikinci evliliğini daha önce genelevde çalışan bir kişi ile yaptığı düşünülürse  romandaki isim sembolizasyonu ve kurgulamanın realist boyutu daha iyi anlaşılacaktır.

Henüz 17 Yaşında, tezin açık açık dile getirilmesi ve okura verilen nasihatlerle son bulur. Ahmet Efendi ve Hulusi Efendi gibi iki farklı kişilik etrafında kurgusunu şekillendiren yazar, Ahmet Efendi’nin Kalyopi’yi genelevden alarak ailesine teslim etmesi ve bir Rum gençle evlendirmesi gibi örnek davranışlarla son bulur. Bu anlamda roman, düşündürücü bir sonla bitirilir. Okura birtakım örnek alınacak davranışlar bırakılır.

Henüz 17 Yaşında, temelde tek bir çatışma üzerine kuruludur: imkân-imkânsızlık. Müge Canpolat’a göre, romanın temelinde imkân-imkânsılık çatışmanın özelleşmiş formu olan  otoriter ahlak anlayışı ile hümanist ahlak anlayışının çatışması yer almaktadır: “Romanda o dönem toplumunda mevcut olan ve benimsenen ‘otoriter ahlak anlayışı’ ile romanın başkahramanı Ahmed Efendi'nin (dolayısıyla Ahmet Midhat Efendi'nin) benimsenmesini İstediği ‘hümanist ahlak anlayışı’nın devamlı bir çatışma hâlinde olduğu söylenebilir. Kalyopi, otoriter ahlakın kurbanı bir kızdır. Oysa onun genelevden kurtulması, hümanist bir vicdana ve ahlak anlayışına sahip Ahmed Efendi sayesinde olacaktır. Otoriter ahlak, insanın iyiyi kötüyü bilme yeteneğini inkâr eder ve otoriteden duyulan korkuya dayanır. ‘Akıldışı otorite’ diye de adlandırılan bu anlayış, otoriteye boyun eğen kişinin çaresizliği ve endişesine göre etkisini arttırabilir, Öyleyse otoriter ahlak, akla ve bilgiye değil, otoriteden duyulan korkuya ve bağımlılık duygularına dayanır; dolayısıyla karar verme de otoritenin ellerine bırakılmıştır.” Romanda güce ve otoriteye sahip olan kişi, Ahmet Efendi’dir. Kalyopi’yi romanın sonunda  bulunduğu düşmüş hâlden kurtaran bu kişi, otoriteyi hümanizm lehine kullanarak imkânsızlıkları endi imkânlarıyla giderir. Bu yöneliş, yazarın tezini ifade eder.

Henüz 17 Yaşında’da yazarın satır aralarında verdiği malumat, onun kurgulama biçimi hakkında ipuçları taşımaktadır. "Alexandre Dumaszade bir romanında gittiği mahalle böyle bilâ-ihtiyâr giden bir âşık için ‘Sanki yüreği biçarenin önüne düşüp de istediği mahalle delâlet ediyormuş’ yollu bir ta'bîr-i zarîfâne kullanmış. Acaba Bizim Ahmet Efendi dahi bu kabilden addolunabilir mi?" diyen Ahmet Mithat, Batılı romancılardan aldığı birtakım teknikleri, kişi oluşturmayı, kurgulama biçimini kendi eserlerinde de denemektedir. Dolayısıyla yazarın, okuduğu Batılı romanları kendine göre yeniden kurguladığı ve bizim toplumumuza uygulayıp bir anlamda vaka halkalarını bu çerçeveye göre şekillendirdiği görülmektedir.

Ahmet Mithat’ın tarzını beğeniyorsanız anlatılan konuda fikir yürütmek isterseniz rahatlıkla okuyabilirsiniz bu kitabı.