İlkokuldayken Jules Verne kitaplarından bazılarını okumuş, ileride tüm kitaplarını okumayı dilemiştim.

İlkokuldayken Jules Verne kitaplarından bazılarını okumuş, ileride tüm kitaplarını okumayı dilemiştim. Korona kapanması esnasında bu dileğimi önemli derecede gerçekleştirme imkanı bulup çok sayıda roman ve öyküsünü okudum Verne’in. Hayatını da araştırdığımda dünyanın dörtbir yanında geçen macera kitaplarını evinde oturarak yazdığını öğrendim. 

Bu yılın başında okuma planım Tanzimat dönemi ve Fecr-i Ati Akımı eserlerini içeriyordu. Bu plan dahilinde yaptığım okumalarda Ahmet Mithat Efendi ile tanışmak ve önemli eserlerinden bazılarını okumak imkanım oldu. Tarzını, hayatını, yaptıklarını, yazdıklarını öyle beğendim ki tüm öykü ve romanlarını okumayı da önümüzdeki birkaç yıl içinde gerçekleştirme hedefini okuma planlarıma dahil ettim. Bu satırları yazarken; 41 romanının 15’ini, tüm hikayelerini, biyografik sürgün anılarını (Menfa), Edebiyat yazılarından bazılarını, Roman tarihi üzerine yazdıklarını okumuş bulunmaktayım. Kendisi hakkında yazılmış 4 kitap, çok sayıda makale ve tez de okuduklarım arasında. 12 adet romanı ve 6 adet ilmi, dini eseri de okuma masamın üzerinde bana gülümsüyor ve sıralarını bekliyorlar. 

Ahmet Mithat her konuda, her türden romanlar kaleme alırken tekrara düşmemesiyle ünlü bir yazarımız. Farklı tipteki romanlarından birisi de Acaib-i Alem. Okurken tam bir Jules Verne romanının içinde buldum kendimi. Fakat ilk idrakımın ardından bu anlatının bir taklitten öte olup olmadığını da anlamak istedim. Hemen doğum ve ölüm tarihlerine baktım. Verne 1828-1905 yılları arasında yaşamış. Ahmet Mithat da 1844-1912 arasında. Yani çağdaşlar, aynı zaman diliminde 61 yıl yaşamışlar, Ahmet Mithat daha genç ve daha sonra vefat etmiş. Dolayısı ile Verne’den haberdar olması (hele çok okuduğunu, Batı yazınını ve matbuatını yakından takip ettiğini hatırlarsak) gerektiğini anlıyoruz. Nitekim birkaç makale ve tezde gerçekten Verne’yi bildiğini, okuduğunu anlatır ifadelerle karşılaştı. O da, Verne tarzı bir anlatı yazmak istemiş ve bana sorarsanız kendinden, bizden de bir sürü şey ekleyerek taklit düzeyinin üzerine çıkmış bu hacimli kitabında.

Ahmet Mithat Efendi’nin Acâib-i Âlem (Dünyanın Olağanüstülükleri) adlı yapıtı, yazınımızda "gezi romanı", öteki adıyla "yolculuk romanı" türünün ilk ve en başarılı örneğidir. Subhi Bey ve yakın arkadaşı Hicâbi Bey’in, dünyanın olağanüstülüklerini görmek amacıyla Kuzey Kutup dâiresine yolculuklarını anlatan yapıt, Jules Verne’in romanlarında olduğu gibi okuru bilmediği, ilginç yerlerde gezdirir; hiç bilmediği şaşırtıcı insanlarla tanıştırır. Bu yolculukta kahramanlarımıza, Subhi Bey’le aralarında sonradan aşka dönüşecek duygusal bir ilişki gelişen İngiliz kızı Miss Haft da eşlik etmektedir. Acâib-i Âlem: İnanılmaz bir yolculuğun öyküsü.

Ahmet Mithat Efendi’nin kendi çıkardığı gazetesi Tercüman-ı Hakikat’te yayımlanan “Ahmet Mithat Efendi’nin Telif ve Tercüme Yollu Yazdığı Büyük Romanlar” başlıklı yazı dizisinde yazarın 1874’ten 1885 yılına kadar yazmış olduğu telif ve tercüme romanları kısaca tanıtılmış ve halkın bu romanlara gösterdiği ilgi üzerinde durulmuştur. Burada, Acaib-i Alem kitabı için yeralan ifadeleri buldum ve sizlerle paylaşmak istedim:
Bu eser badi-i nazarda âdeta bir seyahatnamedir ki İstanbul’dan kalkan iki arkadaşın Odesa tarikiyle Moskova ve Petersburg’a ve oradan Bahr-i Müncemid-i Şimalî’ye kadar giderek Rusya memalikinde ve bi’t-tahsis Moskova ve Petersburg payitahtlarında görülmeye şayan resmî ve gayri resmî ne kadar acaip ve garaip varsa temaşa eyledikten maada şimal taraflarında aylarca devam eden günler ve geceler ve fecr-i şimaliler ve ahali-yi mahalliyenin din ve ahlâk ve âdât-ı acibelerini dahi temaşa ve badehu Londra tarikiyle İstanbul’a avdet etmelerinden ibarettir. Acaib-i Âlem romanının yalnız şöyle bir seyahatten ibaret olması bile nail-i rağbet olmasını temin edecek ahvalden iken bir de bu seyahat esnasında bizim Osmanlı arkadaşlara refakat eden genç, güzel, terbiyeli, gayet afif bir İngiliz kızı ile muaşaka dahi vardır ki asıl roman kısmını teşkil eden işbu ahval-i âşıkane dahi edep ve terbiye ve iffet üzerine mebni bulunmakla en güzel romanlardan addolunur. Acaib-i Âlem romanının telifini muharrire teşvik eden şey Jules Verne nam Fransız hikâye-nüvisinin bütün hikâyelerini fünuna ve bahusus seyahate tatbik etmesi kaziyesidir. Seksen Günde Devr-i Âlem nam romanında muharrir-i mumaileyh karilerine fikren bir devr-i âlem seyahati ettirmiş olması Ahmet Mithat Efendi’ye dahi mecma-ı acaip ve garaip olan kutb-ı şimaliye doğru karilerini bir gezdirmek hevesini vermiş ve bu hikâye[yi] işte ol suretle kaleme almıştır. Hikâyede hayali olan kısım yalnız muaşaka kısmı olup yoksa gerek seyahatin suret-i icrası ve gerek Rusya memalikinin ahvali vakie tamamı tamamına mutabık olduğundan bu romanı okuyanlar Rusya’da müddet-i medide ikametle her görülecek yeri görmüş ve Rus milletinin asıl müceddidi olan Büyük Petro hakkında iktiza eden malumatı âsâr-ı bakiyesinden almış olurlar.

“-Aşkta yalnız beğenmek şart değildir. Beğenilmek de şarttır. İnsan yalnız sevmekle aşık olamaz. Sevilmek de lazımdır. Ve illa bazı şairlerimizde görüldüğü gibi yalnız hicrandan micrandan şikayetle ömrünü, gününü ağlayarak geçiren kimsenin gülünç bir şey olduğu kesindir. (…) 
-Canım, hani ya şu bilgelerin bunca konuya kattıkları tabiat yok mu? Ona bazıları da cenab-ı hakkın yaradılış kanunu demiyorlar mı?
-Eeeee!
-İşte ona aşık olmuş!”

“-Pek iyi, kör yaratılmayı mı tercih ederdiniz, yoksa tabiatın şimdiki büyüklüğünden daha az büyük olmasını mı? Hayal bu ya! Söz ile tabiat alemi değişmez ya?
-Doğrusunu söyleyeyim: Kör yaratılmayı tecih ederdim. Düşününüz ki güzel yüzlerde görülen ve adına camal denilip ne olduğu hiçbir kimse tarafından anlaşılamayan şey, ilahi gücü ölçmek için ne büyük bir inceleme noktasıdır. Bu güzel seyirden bütün dünyanın yoksun kalmasına razı olmaya imkan var mı? Bunu kabul ederim. Ama dünyada cemal kaybolmasın da başkaları onu şaşkınlıkla seyretmekten yoksun kalmasın.
Subhi’nin bu sözü, kendisinin vapurdaki beylerin gözünde mecnun mu, yoksa eşsiz bir bilge mi olduğunu ölçmeye yardımcı olabilirdi.”

Hicabi Efendi’nin ailesinin geçimini sağlamayı bırakması ve o bu işi kardeşine bırakması aynı  zamanda ise farklı uğraş alanları edinmesi romanda şu cümlelerle anlatılmış: 
“O zaman kadar ailesi halkına muhabbeti ve hanesini terfihe gayreti başkaları için dahi bir  misâl-i lâzimü’l-imtisâl olan Hicabi Efendi artık idare-i beytiyyeyi küçük karındaşına havale ederek  zamanını ya kırlarda kelebek ve böcek avlamak ve otlar, kökler, çiçekler topamak veyahut Suphi’nin  hanesinde  muhâverât-ı  fenniyeyi  sabahlara  kadar  uzatmak  ile  imrara  başlayınca  bundan  ailesi  fevkaI’l had dilgîr olmaya başladıkları gibi eşi dostu dahi onlarla hem zeban olarak Suphi’yi ta’n ve  teşîe koyuldular.”

Özellikle Moskova ve St. Petersburg’daki müze ve sarayların canlı anlatımı; her cisim ve olayın Ahmet Mithat’ın muhteşem ifadeleri ile gözünüzün önünde, tüm renk, ışıltı ve zenginlikleri ile canlanmasını sağlıyor. Bu muhteşem geziyi, bilim ve doğa felsefesi tartışmaları da içeren aşk hikayesini; iki Osmanlı beyefendisinin kibarlık ve centilmenlikleri ile gurur duyarak okumanızı can-ı gönülden öneriyorum efendim.