YILDIZ MAHKEMESİ SORGULAMALARINDA İŞKENCE

Sultan Abdülaziz’in vefatı tarih kitaplarında nasıl anlatılıyor?

İsmail Hami Danışmend İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi (1899 – Merzifon 12 Nisan 1967- İstanbul)

İsmail Hami Danışmend merhum bu eserinin 4. Cildinde Abdülaziz’in vefatını işlemiş olup eseri 1947 yılında yazmıştır. 4. Cildin 267. Sayfasından 279. Sayfasına kadar 14 sayfayı bu konuya ayırmıştır. Olaya “Tarihin belki hiç bir zaman halledilemeyecek bir takım muammaları vardır” diye yaklaşmakta, objektif duruş sergilemekte ve her iki görüşün dayanaklarını analiz etmektedir. Bu analizde objektif görüş sergiler izlenimi verse de kendi kanaati istikametinde yönlendirme vardır?

Danışmend bu konuda net bir karar vermemekle beraber, intihar ve katil taraftarlarının görüşlerini dayandırdıkları tezleri sıralamıştır. İntihar görüşünü savunanların dayandıkları deliller için 14 madde sıralarken, katil (öldürme) görüşünü savunanlar için de 31 madde sıralamıştır.

Danışmend’in bu izahatı dikkatli tetkik edildiğinde kendisinin katil eğiliminde olduğu barizdir. Nitekim değerlendirmesinin son cümlesi;
"intihar" ve "Şehadet” rivayetlerinin buraya kadar en mühimlerini gözden geçirdiğimiz delilleriyle vesikalarının mukayese ve müvazenesinden çıkabilecek yegâne netice, «Şehadet» ihtimalinin «intihar» rivayetinden pek çok kuvvetli olmasından ibarettir. Elde mevcut vesikalar ve bilgilere göre, daha kat'i bir şey söylemek kabil değildir” diye biter. Böylece bu kaynakçayı okuyanlar da Abdülaziz’in öldürüldüğü kanaatine ulaşırlar.

İzaha çalıştıkları maddelerin eleştirilecek çok yönleri vardır. Bu yazımızda onun işkence konusundaki görüşüne yer ereceğim.

“25 - Katillerin mahkemede Abdurrahman Şeref'in tabiriyle cinayetlerini «Birer birer ve serbest serbest" i'tiraf edip «Ber-tafsil teşrih (detaylı izah) etmeleri intihar taraftarlarınca dayak ve işkence ile izah edilir:

“Nitekim Midhat Paşa da muhakemesinde öyle izah etmişti. Hatta Yıldız evrakı içinde bunu te'yid edecek bir iki vesikaya bile tesadüf edilmiştir: Bilhassa mahut (bilinen) pehlivanlara bazı işkenceler yapıldığı muhakkaktır. Fakat şu da muhakkaktır ki dünyada pek çok kimselere hakikat ancak dayak ve tehditle itiraf ettirilebilir; bu gün bile birçok devletlerin polis teşkilatlarında cinayetleri tenvir (açıklamak) için şiddet başlıca vasıtalardandır.”

“Cinayetini kolayca itiraf ediverecek kuzu gibi cani ve melek gibi katil nerede bulunabilir? Bu yolun meşru bir yol olmadığı muhakkak olmakla beraber, bilhassa On-dokuzuncu asırda bütün idarelerin başvurduğu en kestirme yol olduğu da unutulmamalıdır.”[1]

Burada İsmail Hami Danişmend’in “Bilhassa mahut (bilinen) pehlivanlara bazı işkenceler yapıldığı muhakkaktır” beyanı işkenceyi kabulünü “ Bu yolun meşru bir yol olmadığı muhakkak olmakla beraber” beyanından da uygulamayı gayr-ı meşru bulduğunu anlıyoruz.
Bu gayr-ı meşru uygulamanın ise; “Fakat şu da muhakkaktır ki dünyada pek çok kimselere hakikat ancak dayak ve tehditle itiraf ettirilebilir; bu gün bile birçok devletlerin polis teşkilatlarında cinayetleri tenvir (açıklamak-aydınlatmak) için şiddet başlıca vasıtalardandır” beyanı da bu uygulamayı normal karşılamak gibi bir çelişkiyi barındırmaktadır.

Değerli tarihçi İsmail Hami Danişmend, bu kıymetli eserini ilk olarak 1947 senesinde yayınlamıştı. Mabeyinci Fahri Bey’in bundan önce 6 seri halinde makale olarak yayınladığımız ve “ Yıldız Mahkemesi Sorgulamaları” adını verdiğimiz Mabeyinci Fahri Bey’in hatıratı ise 1968 de yayınlanacaktı.
Keza, Ordinaryüs Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın, “Midhat Paşa ve Yıldız Mahkemesi”, 1967 de yayınlanacaktı.

Konu hakkında ehl-i vukuf olan İsmail Hakkı Uzunçarşılı dâhil 1910 da yayınlanmış, Fahri Bey’in İade-i Muhakeme layihasını hiçbir tarihçinin görmemesi hayret vericidir.[2]

Şüphesiz İsmail Hami Danışmend bu eserlerden ve muhteviyatından haberdar olamamıştı.
Zaten,  İsmail Hami Danışmend 12 Nisan 1967 de vefat ettiğinden, Uzunçarşılı’nın onun vefatından sonra 1967 de yayınlanan bu eserini okuma imkânı da yoktu…

Eğer, bu eserler, onun sağlığına yetişebilseler ve olayı yeniden analiz edebilseydi, kanaati değişirdi, inancındayım. Değişirdi çünkü İsmail Hakkı Uzunçarşılı kendisinin vefat ettiği 1967 senesinde yayınlanan “Midhat Paşa ve Yıldız Mahkemesi” adlı eserinde kanaatini nasıl değiştirdiğini çok açık bir şekilde anlatıyor:[3]

“Sultan Abdülaziz’in ölümünden beş sene sonra açılan “Yıldız” veya “Midhat Paşa Muhakemesi” diye meşhur olan davada bütün evrakın en işe yarayacak kısmı bugün elimizdedir.”

“II. Abdülhamid’in malum merakı ve tecessüsü dolayısıyla bu davanın sorgulaması ve bu husustaki teferruatına ait kısımları ona ait dosyada saklanmış sorgulama kararnamesi, sorgulama fezlekesi, iddianame, suçlama heyeti tutanakları, mahkûmiyet ilamı ve temyiz kararını içeren Adliye evrakı, ikişer nüsha olarak bu dosyaya konulmuştur. Abdülhamid’in evrakı arasında bulunan “Yıldız Muhakemesi Evrakı” ile Abdülaziz’in ölümü meselesi aydınlanmıştır.”

“Ben bu eseri hazırlamadan beş-altı sene önce, Abdülaziz’in vefatına dair sorgulama fezlekesiyle, iddianame ve itham tutanakları ve nihayet bütün mahkeme ilamlarını okumuş ve bunun neticesinde verilen karara bakarak, Abdülaziz’in öldürülmüş olduğuna ihtimal vermiştim. Bu hususta beni, Vakanüvis Lütfi Efendi’nin Sultan Abdülaziz’in vefatına dair II. Abdülhamid’e takdim ettiği risale de katil (öldürme) tarafına meyl ettirmişti.”

“Tereddüdümü gerektiren nokta şu idi: Bir Pazar günü kuşluk vaktinde, herkesin ayakta bulunduğu bir zamanda, Fer’iye Sarayında Mabeyinci Fahri Bey’den başka erkek olmadığı ve saray kadınlarla dolu olduğu halde[4], bu üç şahsın yani, Pehlivan Mustafa ile Hacı Mehmed ve Cezayirli Mustafa’nın içeriye girip güçlü kuvvetli olan Abdülaziz’i hiç sesi çıkmadan, mücadele etmeden nasıl öldürdükleri idi?”

“Padişahın kapısı önünde bekleyen hazinedar kalfalarla cariyeler, hatta validesi bu faciayı nasıl görmemişler ve yapılan ameliyatı nasıl işitmemişlerdi? Ölüm gece olsaydı yapılacak tevil su götürürdü.”

“Bu tereddüdümden dolayı Yıldız Evrakının tamamını okumak zarureti hâsıl oldu. Bunun üzerine mahkeme evrakından başka bu hususa dair bütün evrakın gözden geçirilmesini uygun buldum. Evvela fezleke itham tutanaklarına inanarak iyice tetkik etmediğim sanıkların sorgulama kâğıtlarını tetkik ettim. Sonra bunlarla ilgili olarak Abdülhamid’e verilen jurnalleri ve diğer bazı vesikaları okuyunca gözüm açıldı.”

“Bazı sanıkların sorgulamalarının biri gayr-ı resmi diğeri resmi olarak iki şekilde yapıldığını anladım. Fakat bu gayr-ı resmi sorgulamaların asıl katil ile sanık olan Mustafa Çavuş, Hacı Mehmed ve Cezayirli Mustafa ile Fahri Bey’e tatbik edildiklerini gördüm. Gayr-ı resmi sorgulamalardan arzu edilen şekilde malumat elde edilir edilmez ya sanığın verdiği cevabın altı, parmak yahut mühür veyahut imza ile tasdik ettirilmiş veyahut ifade önemine göre resmi olarak yazılıp her sayfanın sonuna soru ve cevap kısımları sorgu heyeti ve sanık tarafından imzalanmak veya parmak basmak suretiyle tasdik olunmuştur.”

“Yapılan sorgulamada kesin surette “öldürme” işi arandığı için buna aykırı sözler, inkârlar ne kadar makul olursa olsunlar dikkate alınmayarak baskı ve işkenceyle istenilen noktalara getirilmeye çalışıldığına dikkat ettim.”

“Sanıkların ifadelerinde dikkati çeken noktalardan birisi de; bunlar bir biriyle görüşüp konuşmadan yarı ayrı yerlerden Yıldız’a getirilip ve yine orada ayrı ayrı hapsedildikleri halde, ilk sorgulamalarındaki ifadeleri bir birini tutmakta ve bu suretle ölüm olayının intihar olduğu açık olarak görülmektedir. Fakat nihayet tahammül edilmez işkenceler neticesinde Mustafa Pehlivan ile Hacı Mehmed ilk ifadelerinin tamamen aksini söyleyerek Abdülaziz’i öldürdüklerini beyan etmişler ve açılan davayı arzu edilen sonuca götürmek suretiyle başrol oynamışlardır.”[5] 

“Bu suretle davanın içine yukarıdaki iki şahıstan başka arkadaşları olan Cezayirli Mustafa da sokulup bunlara Mabeyinci Fahri Bey de ilave edilmiştir. Çünkü katillerin Fer’iye’ye girmeleri için içeriden bir kimseye ihtiyaç olup bu da ancak sarayda tek erkek olarak bulunan Fahri Bey olabileceğinden o da tevkif edilerek istenildiği şekilde söyletilmek için işkenceye tabi tutulmuştur. İşin tuhaf taraflarından birisi de Sultan Abdülaziz’i öldürmek için Damat Mahmud Paşa’nın talimatıyla gönderilen bu üç şahsın yanlarında bir tırnak çakısı bile bulunmamasıdır. Bunların eline bir beyaz sedef saplı çakıyı güya Fahri Bey vermiştir.”[6]

“Sanıklar, Padişah tarafından sorgusu yollu bazı sorulara muhatap olmuşlar ve bizzat kendisinden veya kızlar ağasından, Mabeyicilerden Ragıp Bey’den ve savcı yardımcısından dayak bile yemişler, işkenceye tabi tutulmuşlar, bunlardan başka affedileceklerine ve Padişah tarafından mükafaat göreceklerine dair müjdeli vaatlerle aldatılmışlardır.”

“Yine bu cümleden olarak Abdülhamid sanıklara sorulacak bazı soruları bizzat tertip ederek sordurmuştur…”

“Abdülaziz’in öldürüldüğüne şahit olmak üzere ifadeleri alınan, Arap hadımlardan Reyhan ve Rakım Ağaların yalancı şahit olduklarının, Saray Tüfekçilerinden Matlı Salih tarafından yüzlerine karşı söylendiği hakkında Abdülhamid’ verilen jurnal üzerine Matlı Salih Trablusgarb’a sürgün edilmiştir.”[7]

Ne hikmetse, hadisenin olduğu 4 Haziran 1876’dan Mahkemenin olduğu Haziran 1881 e kadar beş sene bir Padişahın öldürüldüğünü gördükleri halde, bunu kimseye söylememiş duruma düşen bu haremağaları hakkında suçlama ve yargılama yapılmamıştır.

“Hatta Sorgu ifadesi bir birini tutmayan Reyhan Ağa, mahkemede saçmalamış ve öğretildiği gibi şahadet edememiştir.”[8]

MAHKEME EVRAĞINDA TAHRİFAT

Haremağaları Reyhan, Rakım, Nazif ve Kenan idiler. Kenan Ağa mahkemeden önce vefat ettiği için ifadesi alınamamıştır. Onun yerine Ferid Ağa diye birinin, üstelik İstanbul’da bulunmadığından yazılı ifadesi mahkemede okunmuştur. Olay günü Ferid Ağa diye biri yoktur.[9]

MAHKEMEDEN SONRA HAREM AĞALARI

Reyhan, Rakım ve Nazif isimlerindeki bu üç haremağası Yıldız Mahkemesinde şahitlik yaptıktan sonra, bütün vaziyeti ve yapılan baskıyı öteye beriye söyleyecekleri için, bir müddet sonra hiç kimse ile temas ettirilmeden Trablusgarb’a gönderilerek nezaret altında orada oturtulmuşlardır.[10]

Merhum Uzunçarşılı’nın bu kıymetli eserinden bir yıl sonra 1968 de, Bekir Sıtkı Baykal, Mabeyinci Fahri Bey’in Hatıraları’nı yayınlar. Burada Bekir Sıtkı Baykal’ın görüşü daha nettir:

“Yıldız Mahkemesinin tamamen peşin hükümlerle sahneye konduğu, bir takım siyasi amaçlarla işe gelmeyen bazı devlet adamlarının zararsız hale konulması için bir alet olarak kullanıldığını, gerek bu vesikalar ve gerekse Uzunçarşılı’nın adı geçen eserinin mütalaasından anlaşıldığına göre, Sultan II. Abdülhamid amcası Sultan Abdülaziz’in başkaları tarafından öldürülmüş bulunduğuna kendisi de inanmamaktadır. Fakat böyle bir mahkemeyi uydurmakla başlıca şu gayelere erişmek istemektedir:

1 - Sultan Abdülaziz ile Sultan Murad’ın arka arkaya tahttan indirilmeleri, 70 yıldan beri unutulmuş olan Padişah hal’İ ve katli işini birden bire tazelemiştir. Kendisinin de aynı akıbete uğraması korkusu ile o, son hal’lerin elebaşılarını, katillikle suçlayarak, âleme ibret olacak ve herkesi sindirecek bir gösteri ile cezalandırmak lüzumunu hissetmiştir.

2 - Akıl hastalığı yüzünden tahttan indirilen V. Murad’ın taraftarları, hastanın iyileşmeyeceğini bilmelerine rağmen onu yeniden padişah yapmaya çalışmaktaydılar. Abdülhamid bu pro-Murad hareketin kesin olarak önüne geçmek için düzmece davasına ağabeyinin yakınlarını da katarak bunları sorumlu duruma düşürmek suretiyle Sultan Murad tehlikesini büsbütün ortadan kaldırmak emelini gütmüştür.

3 - Arka arkaya iki padişahı tahttan indirenlerden hayatta ve itibarda olan Midhat Paşa, Mehmed Rüşdi ve Mahmud Celaleddin Paşalar gibi sivrilmiş devlet adamlarını Abdülhamid kendisi için büyük bir tehlike saymaktadır. Varlıkları ile bir kâbus gibi kendisini ezmekte olan bu insanları birer cani ve kâtil olarak teşhir etmek ve bunlardan nihayet kurtulmak için amcasının ölümü olayı, elverişli bir fırsat ve tam zamanında gelip çatmış bir vesile teşkil etmektedir.

Böylece vehimli Sultan Abdülhamid, düzmece davası sayesinde bu gayelerine erişmek için Makyavelist ölçüleri bile aşan tutum ve davranışları ile her türlü vasıtaya başvurmaktan kaçınmamıştır.”[11]

Gelecek yazı: Abdülaziz’in kestiği kol damarları. Aynı anda iki kolunu nasıl keser?

[1] İsmail Hami Danışmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Türkiye yy. 4. Cilt İst-1972 sh:276 

[2] Adem Korkmaz’ın TTK yy dan 2019 da çıkan “Midhat Paşa, İdarî ve Siyasi Faaliyetleri” adlı eserinde ve Ben Gurion Üniversitesi Profesürü Avi Rubin’in 2019 da basılmış “Was there a rule of law in the late Ottoman Empire?” (Osmanlı'nın son dönemlerinde hukukun üstünlüğü var mıydı?)  adlı eserinde dipnotta kullanılmışlardır. Bu eser tarafımızca Yüzleşme yayınlarından ilk defa 2023 de “Yıldız Mahkemesinin İçyüzü” adıyla latin harfleriyle basılmıştır.

[3] Ne yazık ki 12 Nisan 1967 de vefat eden İsmail Hami Danışmend aynı sene yayınlanan bu eserin kesine yakın ihtimalle yayınlandığından da bîhaberdi.

[4] Yaklaşık üç yüz kişi

[5] İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın bu açıklamaları 1967 senesidir ki;  Fahri Bey’in hatıratının yayınlandığı 1968 senesinden öncedir. Fahri Bey’in hatıratı “İbretnüma” bu anlatımı teyit etmektedir.

[6] Nedense kayıtlarda geçe suç aleti, bu beyaz sedef saplı çakı meydanda yoktur. Onun yerine intihar ettiği makas vardır.

[7] Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Yıldız Mahkemesi, TTK yy sh: XVII- 172

[8] Uzunçarşılı, a.g.e sh: 261

[9] Uzunçarşılı, a.g.e:sh: 262

[10] Uzunçarşılı, a.g.e: sh:189

[11] Bekir Sıtkı Baykal, İbretnüma, TTK yy 2. Baskı Ank-1989 sh: X-XI