51. Madde, “ceza ehliyetinin olmadığı” şartları içeriyordu; mesela, şuursuzluk veya akıl hastalığı . Eğer sanık cinayeti işlediği anda bu durumda idiyse “özgür iradesinin çalışmadığı” kabul edilerek; ceza ehliyeti yok sayılacak ve serbest bırakılacaktır.
Saydığımız muhtemel maddeler sonra duruşmada neler olabileceğini tahmin etmek zor olmasa gerektir.
Bu ihtimallerden hareketle , davada kalabalık bir bilirkişi heyeti oluşturulur. Sanığın sadece ruh ve beden sağlığı hakkında karar verecek sekiz kişi vardır. Sinir ve psikiyatri uzmanları mahkemede birbirleriyle çelişkili raporlar verece; bilirkişiler Teilirian’ın cezai ehliyeti konusunda anlaşamayacaklardır. Mahkeme sonunda kararı da on iki Alman Jüri üyesi verecektir. Alman kanunları gereğince , mahkemede Talat Paşa’yı savunacak avukat bulundurulamıyordu. Dolayısıyla Türk tarafını savunacak tek mercii savcı idi.
Bu arada Alman hükümeti de mahkeme konusunda çok hassas davranıyordu. Duruşma başlamanda bir gün önce , Alman Dışişleri Bakanlığı Siyasi Daire Başkanlığı,Berlin’deki Prusya Adalet Bakanlığına Talat Paşa Davasıyla ilgili bir yazı yollar. Mesaj şu idi: “ Talat Paşa davasında bir dizi siyasi meselenin ortaya atılarak kamuoyunda büyük çalkantıların meydana gelmesinden ve kamu düzeninin bozulmasından endişe edilmektedir. Hatta belki savunma makamı Alman Hükümetinden bu Ermeni katliamlarıyla ilgili, bir demeç bir,le talep edebilir. Meselenin şu sırada alenen tartışılması tarafımızdan kesinlikle arzu edilmemektedir”. Evet gönderilen yazı böyledir. Ne demek istediklerini anlamak çok da zor olmasa gerektir. Yani Alman Hükümeti, özellikle kendi menfaatleri açısından nahoş sorulara hedef olabilecek Dışişleri Bakanlığı , Talat Paşa Davasının bir an önce sonuçlandırılmasını; kamu düzenini bozucu meselelerin ortaya atılmamasını arzu etmektedir. Kamuoyu Ermeni katliamlarıyla ilgili propagandalar yüzünden zaten ayaktaydı. Alan Hükümetinin tehcirdeki rolüyle ilgili sorular sorulmamalıydı.
Zaten iddianamenin daha 29 Mart’ta eylemin gerçekleştirilmesinden 2 hafta sonra hazır olması dikkati çekmektedir. Olağan olarak uluslar arası boyutu olan soruşturmalarda, olayın unsurlarının doğruluğu ancak uluslar arası alanda adli yardım yoluyla edinilebilecek bilgilerle sağlanabileceğinden, zaman alması gayet doğaldır. Ancak Talat Paşa davasında savcılık bunu gerekli görmemiş ve bu çetrefilli olayı mümkün olduğunca çabuk kapatabilmek için iddianame en kısa sürede düzenlenmiştir. İddianamede sanık, “15 Mart 1921 tarihinde Charlottenburg’da eski Türk Sadrazam Talat Paşa’yı kasten öldürmek ve öldürme fiilini tasarlayarak işlemek” ile itham edilmekteydi.
İddianamede sunulan delillerin tümü cinayet davalarındaki alışılmışın dışında sanığın itiraflarına dayanmaktaydı. Olayı bizzat görmüş tanıkların dışındaki diğer tanıkların tümünün sanığın memleketlisi olması göze çarpıyordu. Bunların hiç birisi görgü tanığı değildi. Gerçekten bir şey söyleyebilecek tek tanık olan, Talat Paşa’nın eşinin davaya tanık olarak katılmasına dahi müsaade edilmemişti. Hukuk tekniği açığından eşinin müdahil olarak davaya katılması gerekirdi. Bilirkişi olarak Protestan Rahip Lepsius ve General Liman Von Sanders de çağrılmıştır. Lepsius bilirkişi sıfatıyla şu ifadeyi verir: “ Deportasyonlara( tehcir) İttihat ve Terakki Cemiyeti karar vermiş, Dahiliye Nazırı Talat Paşa uygulamıştır. Anadolu’da 1 Milyon 400 nin Ermeni tehcire tabi tutulmuş, bunların sadece %90’ı hedefine varmıştır Ermeni meselesi kendiliğinden doğmuş bir mesele değildir. Avrupa diplomasisinin bir eseridir. Ermeni Halkı, İngiltere ve Rusya’nın siyasi çıkarlarının kurbanı olmuştur.