Sultan Abdülmecid Saray ve Hanedan geliri için vaktiyle ayrılmış olan Emlak-i Şahaneyi Maliye hazinesinden kendisine bağlanan tahsisat karşılığında hazineye devreder.
Fakat Abdülhamid’in tahta çıkmasıyla her şey değişmiş, o ana kadar uyulan esaslar tamamen değişmiş, alt üst olmuş, babasının Maliye Hazinesi’ne devrettiği Emlak-ı Şahane geri alınmış, Emlâk-ı Hakaniye denilen sınırlı bir kısım gayri-menkul müstesna bütün Emlak-ı Şahane Abdülhamid’in şahsı adına tapulanmış ve bunları idare için yeniden teşkilatlandırılan Hazine-i Hassa’nın da gayretiyle geniş bir emlak edinme faaliyeti alıp yürümüştür.
Anadolu ve Rumeli’de kurulan padişah çiftlikleri yani “Çiftlikât-ı Hümayun” sayısının yüz elliye vardığı, bu faaliyetin Suriye, Irak ve hatta Afrika’da Bingazi’ye kadar yayıldığı görülmüştür. Bunlara ilaveten maden işletme imtiyazları ve vapur işletmeleri gibi gelir kaynaklarının da katıldığı göz ününe alınırsa Abdülhamid devrinin ayrı bir özelliğini oluşturmuştur.
ARAZİ REJİMİ
Osmanlıda fethedilen araziler gelirlerine göre şöyle tasnif olunurdu:
- 20.000 akçelik geliri olanlar; Tımar
- 100.000 akçelikler; Zeamet
Daha yüksek gelir getirebilecek sahalar; Has itibar olunurdu.
Tımarlar; sipahilere, zeametler; Zaimlere ve Haslar da Sancakbeyi, Beylerbeyi, Şehzade ve Vezirlere verilir, Tımarlılar her üç bin akçe için, Zeamet ve Has sahipleri her beş bin akçe için savaşa hazır birer süvari askeri bulundururlar, bunları sefer ve hazar zamanlarında iaşe ve teçhizatlarını sağlarlardı.
Önemli bazı haslar, padişahlık makamına ayrılarak bunlara “Havass-ı Hümayun” denilirdi.
EMLÂK-I ŞAHANE
Padişahların kendi soyları için edindikleri gayr-ı menkul ve arazilere “Emlâk-i Hümayun” da denilirdi. Emlâk-ı Şâhâne’den ayrı olarak vardı ki, bunlar Saltanat Makamının ayrılmaz ve dokunulmaz varlıklarıydılar. II. Meşrutiyetten sonra Hazine-i Hassa malları Maliye Hazinesine devredilmiştir.
HAZİNELER
“İç” ve “Dış” hazinelere “Enderûn” ve “Birûn” hazineleri denilirdi. Hazine-i Birûn denilen dış veya taşra hazinesi; Maliye Hazinesi demek idi.
“İç Hazine” iki kısımdan oluşan “Enderun Hazinesi”dir ki bu da “İç Enderûn” “Dış Enderûn” olarak iki bölümdü.
Bu hazineyi sayıları zamana göre altmış ile yüz elli yedi arasında değişen ve “Hazineliler” denilen içoğlanları muhafaza ederlerdi.
Hazineye yalnız girilmez, eşyaya sebepsiz el sürülmez, eller cebe götürülmezdi. Padişahlar dahi hazineye kalabalık bir maiyetle girerler, içeride hiçbir zaman yalnız kalmazlardı.
Bütün bu hizmetliler Hazinedarbaşının sevk ve idaresindeydiler.
Harem-i Hümayunun da bir hazinesi ve onun da bir kadın olan Hazinedarı vardı.
Cep harçlığı adı verilen paraların bulunduğu sandık, “Hazret-i Şehriyâri Kâtibi” denilen yüksek bir memur tarafından idare olunurdu.
“İç Enderûn Hazinesi” ile padişaha ait “İç Hazine” nin âmir ve sorumlusu “Hazine Kethüdası” idi. Enderun Hazinesinin anahtarı “Başefendi” denilen hazine başkâtibinde, fakat kapıya basılan mühür kethüdada bulunurdu. Bu Yavuz Sultan Selim’in Mısır’dan dönüşte kullandığı kırmızı akikten yapılma ve üzerinde “Sultan Selim Şah” yazılı mühürdü. Sultan Selim “Benim altınla doldurduğum hazineyi bundan sonra gelenlerden her kim mangırla doldurursa hazine ânın mührüyle mühürlensin ve illâ benim mührümle mühürlenmeye devam olunsun” demiş ve bu vasiyete son döneme kadar riayet olunmuştu.
HAZİNE-İ HASSA
İç Hazine 1855 de yapılan düzenlemeyle “Hazine-i Hassa” şeklini almıştır. Hazine-i Hassa’nın, Darphane’den ayrılarak müstakil bir idare haline gelmesi Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıktığı 1876 yılına rastlar. Padişahlar, şehzadelikleri zamanında mal edinebilirler, saltanata geçtikten sonra ise böyle bir gayeden uzak görünürlerdi. Osmanlı hanedanının bu geleneğini yıkan II. Abdülhamid olmuştur.
Sultan Abdülmecid zamanında yapılan aşırı masraflar yanında Saraydan yapılan israf ve sefahat devlet idaresine de tesir etmişti. Normal rayici yüz kuruş olan Türk altın lirasının 1858 yılı Ağustos’unda yüz seksen kuruşa çıkmıştı.
İşte böyle zamanda saray israfının mahiyet ve miktarı araştırılması Maliye Erkânından alınarak bu işe Hazine-i Hassa Nazırı görevlendirilmiş, bu Nazırın yaptığı çalışma sonunda yalnız Padişaha ait borçların tutarının dört buçuk milyon altından fazla olduğu hesap edilmişti.
II. ABDÜLHAMİD’İN EMLAKİ
Abdülhamid’in babası, Sultan Abdülmecid tarafından Emlâk-i Hümayun, Havass-ı Hümayun ile birlikte Maliye Hazinesine devredilmişti. Bu işleme Abdülaziz tarafından dokunulmamıştı. V. Murad tarafından da bazı terk ve bağışlarda bulunulmuş olmasına rağmen, Abdülhamid bunların tersine bir yol tutturdu. Emlak-ı Hümayunu tamamen, Havass-ı Hümayunu da kısmen geri almıştır.
Ayrıca çıkardığı iradelerle de sahipsiz yerleri Hazine-i Hassa’ya alarak kendi adına tapulatmıştır.
Bu mallar, hanedanın ortak mallarındansa; tek bir kişi adına tapulanamazdı. Baba mirası sayılacaksa, kardeşlerinin de bunda hakkı olmalıydı. Bu hareket tarzıyla saltanatın köklü gelenekleri yaralanmış oluyordu. Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz devirlerinden çok ayrı ve özel bir sistem kurmuştur:
Hazine-i Hassa’yı merkez ve ülke çapında muntazam ve geniş bir teşkilata sahip kılmak ve her imkândan faydalanılarak zenginleşmek…
Abdülhamid bu iş için becerikli bir Hazine-i Hassa Nazırı aradı. Bunun için Osmanlı Bankası Müdürü Forster’den muktedir bir banka memuru istedi. Bankada çalışan kurnazlığı sayesinde bankanın gizli ve karışık işlerine karışmış ve bankadan uzaklaşması kendisi için rahatlatıcı olacak kurnaz biri vardı; Agop Kazazyan. Forster bu adamı başından atmak için aradığı fırsatı kaçırmadı ve Agop Kazazyan’ı Hazine-i Hassa Nazırı olmaya yeteneği var diye onu tavsiye etti. [1]
Bu tavsiye Kazazyan'ın hayatındaki dönüm noktası oldu. Padişah, Aralık 1879'da Hazine-i Hassa idaresini küçültüp müdürlüğe çevirdi, Kazazyan'ı o sırada 370 bin lira borcu olan Hazine-i Hassa Müdürlüğü'ne getirdi. Kazazyan, bir ıslahat programı hazırladı, Hazine-i Hassa'ya ait tüm mülklerin envanterini çıkardı ve gelir getirebilecek birçok padişah emlakinin atıl durumda bırakıldığını, gelir gider kayıtlarının yapılmadığını ve eldeki paranın kullanılmadığını gördü. Kendisinden önceki idarecilerin liyakatsizliği diye özetledi.
Kazazyan, Nisan 1880'de Abdülhamid'e verdiği rapora göre 4 ay gibi kısa bir süre içerisinde tespit ettiği padişah emlakinin gerçek değerlerini belirleyerek gelir getirmelerini sağlamıştı. Bu sayede padişah hazinesinin gelirlerini artırmış; en önemlisi, her şeyin kayıt altına alındığı, tüm gelir ve giderlerin en ince ayrıntısına kadar takip edildiği yeni bir dönem başlatmıştı. Abdülhamid onun çalışmalarından son derece memnun kalarak 18 Nisan 1880'de Hazine-i Hassa'yı tekrar bakanlığa çevirdi, Kazazyan'ı Bâlâ rütbesiyle Hazine-i Hassa Nazırı (Bakanı) tayin etti.
Paşa uzun süredir sahiplerince işlenmeyen arazilere yahut varissiz ölenlerin mülklerine Hazine-i Hassa adına el konulmasının yolunu açarak birkaç yılda padişahın gelirlerini tam 30 katına çıkarmayı başarmıştı.
Agop Paşa 1886'da asaleten Maliye Nazırı tayin edildi ve Abdülhamid kendisine, Selanik'te bir arazi ile Nişantaşı'nda konak arsası hediye etti.
Agop Paşa, Ağustos 1888'de Maliye'nin ıslahı için Abdülhamid'e 110 maddelik geniş kapsamlı bir tasarruf programı sundu. 9 Ağustos 1888'de vekâleten, 25 Aralık 1888'de ise asaleten Maliye Nazırı tayin edildi. 3 yıl kadar bu görevini sürdürdü, sağlık sorunlarını öne sürerek defalarca istifa ettiyse de hiçbiri kabul edilmedi.[2]
AGOP PAŞA NE YAPTI?
1-Sultan Abdülmecid tarafından “Emlâk-ı Hümayun” un “Maliye Hazinesi” ne devri sırasında bazı emlakin gizli olarak şunun bunun elinde kaldığı öğrenildiğinden, önce bunların kurtarılmasıyla işe başlanılmış,
2- Daha sonra Maliye Hazinesine verilmiş olan Emlâk-i Hümayunun birer birer Hazine-i Hassa hesabına alınmıştır.
3-Mahlûl (mirasçısı olmayan) topraklar, sahipsiz kalmış yerler, imar ve ihyaya müsait arazi, işletilecek madenler, liman ve rıhtım resimleri, gemi işletme imtiyazları gibi daha birçok gelir kaynakları, titiz bir kıskançlıkla hep Padişah hazinesine mal edildi.
4- Vilayetlerde bir kısım yüksek memurlar sarayın teveccühünü kazanmak, rütbe ve nişan gibi taltife nail olmak için mahlûlleri haber vererek arz-ı ubudiyet ediyorlar. Öte yandan Hazine-i Hassa İdaresi de bu iş için memurlar çıkararak geniş ve verimli yerler tespit ettiriyordu. Elverişli topraklar, saraya arz olunarak, çıkarılan iradelerle hemen Emlâk-i Hümayun’a dâhil ediliyordu. Bu yöntemle kurulan çiftliklerin sayısı 150 yi bulmuştu.
5- Bu yolla bedelsiz edinim yapıldığı gibi, bazen meşru iş yapıyormuş havası vererek Hazine-i Hassa alacaklarına mahsubu yapıldığı da oluyordu.
6- Zamanın kanun ve mevzuatına aykırı olan bu uygulamalarda, Padişah iradesi her şeyin üstünde tutuluyordu. Hele Abdülmecid tarafından Maliye Hazinesine devredilen Emlâk-ı Hümayun’un aradan kırk yıl geçmesine rağmen geri alınması millet hakkına açıkça tecavüzdü. Bunlar vaktiyle hanedan malı olduğu için, son padişaha miras kaldığı iddia edilemeyeceği gibi, baba mirası sayılması halinde bile daha başka mirasçılar da bulunduğu için tek bir kişi adına tapulanamazdı. Bu açık yolsuzluklara rağmen Abdülhamid kardeşi V. Murad’ın emlakine de el koyarak idaresini “Hazine-i Hassa” ya vermişti. V. Murad’ın menkul eşyaları ve mücevherlerine el konulmuş, buna karşılık Sultan Murad’ın alacaklılarına hiçbir şey ödenmemiştir.
Yolsuzluklar bu kadar değildir. Ayrıca Hazine-i Hassa’ya tanınan imtiyaz ve ayrıcalıklar da vardır.
Bunlar:
►Padişah arazisinde çalışan kimseler nüfusa yazılmaya zorlanmazdı. Böylece askere alınmazlardı.
►Öşürlerden alınan Maarif hissesi, bu çiftliklerden alınmazdı.
►Bu çiftliklerden alınan öşür vergisini Hazinei Hassa memurları yaparlar ve Devlet Hazinesine gitmesi gereken bu vergi, Hazine-i Hassaya kaydedilirdi.
►Hazine Hassa kendi arazisi için Devlete hiç vergi vermezdi.
►Ağnam Vergisi denilen “Hayvan vergisi”, Çiftlikteki hayvanlardan alınmazdı.
►Hazinei Hassa’da bulunan hayvanların ağnam vergisini Hazine-i Hassa toplardı.
►Hazinei Hassa ve ona bağlı Emlâk-i Hümayun ve çiftlikleri her türlü posta ve telgraf ücretinden muaftı.
►Hazinei Hassa’nın mahkemelik işleri için 1884 Ekim’inden sonra Mahkeme masraflarından muaf tutulmuştur.
►Hazine-i Hassa gittikçe resmileşerek Devlet içinde Devlet haline gelmiş, bazen bu arazilere sığınan suçluların teslim edilmemesi gibi haller zuhur etmiştir. Bu haliyle Derebeylikte öte bir tahakküm aracı halindeydiler.
Hazine-i Hassa sadece gayr-ı menkul demek değildi. Bu hazinenin çok geniş ve kendine tahsis ettirdiği resmi gelirleri vardı. Bunlar:
- Dicle-Fırat gibi nehirlerdeki gemi işletmeciliği
- Musul civarındaki petrol, neft ve zift madenleri
- Ereğli Kömür madenleri, Taşöz Adasıyla diğer bazı madenler
- Muhtelif yerlerdeki ormanlar
- Selanik ve Dedeağaç limanları
- Bazı büyük şehirlerdeki petrol depoları
- Selanik, İzmir, Bağdat ve Basra’daki umumi mağazalar ve fabrikalar
Yine bunlara ilaveten, Gümrük ve Şehremaneti gelirlerinden alınan hisseler ve Fransız Tütün (Reji) idaresi kârından alınan hisseler hiç masrafsız kazançlarını oluşturuyordu.
Abdülhamid’in dedesi Sultan II. Mahmud Halvetî Şeyhi Çerkeşli Mustafa Efendi’nin oğlu Osman Vehbi Efendi’ye ders verdiği medresenin arazisini kendisine bağışlar. Hazine-i Hassa Nazırı Agop Kazazyan’ın el koyduğu arazilerden biri de budur. Bunun üzerine Osman Vehbi Efendi’nin oğlu Halil Halid Bey Abdülhamid’e muhalefet eder ve İngiltere’ye gider. Orada yazdığı “Diary of a Turk/Bir Türkün Ruznamesi(Londra,1903)” adlı eserinde mücadelesini anlatır. [3]
Abdülhamid’in baskıları sonucu birçok aydın ülkeyi terk edip yurtdışına kaçar. Yurt dışına kaçanlara hükumet bir çağrı yaparak bir yıl içerisinde ülkeye dönmeyenlerin mâmelekine el konulacağını ve haczedileceği ilanı üzerine, 1903 de Mısır’a kaçıp ta 1908 deki II. Meşrutiyet affıyla ülkeye dönebilen Şair Eşref Mısır’dan şöyle seslenir:
Koçan şeklinde hıfzettim getirdim Mısır’a birlikte,
Gıyaben haczedin kim, müşterisi kum kadar çoktur.
Söylemeye teeddüp ediyorum amma işin doğrusu;
..kimden başka bende hacze layık mâmelek yoktur[4]
7 Kasım 2016’da Arşiv Daire Başkanı Zeynel Abidin Türkoğlu’nun yaptığı açıklamaya göre:
“Sultan Abdülhamid’e ait 3 tapu kayıt defterinde, 1869-1908 yıllarına ait Anadolu, Ortadoğu, Balkanlar ve Trakya'da aktif ve pasif olarak toplam 7 bin 756 taşınmazın tapu kaydı bulunuyor. 2. Abdülhamid'e ait kayıtlar içinde tarla, bağ, bahçe, mera, koru, çiftlik, konak, hane, değirmen, maden, zeytinlik, kahvehane ve dükkân gibi birçok taşınmaz yer alıyor.”
Abdülhamid'in Anadolu'da 2 bin 369 taşınmaz kaydı bulunduğunu vurgulayan Türkoğlu, "Bunlar İstanbul, İzmir, Balıkesir, Çanakkale, Tekirdağ, Adıyaman, Denizli, Sakarya, Giresun, Aydın, Sivas, Eskişehir, Bursa, Kocaeli, Burdur, Manisa, Kırklareli ve Edirne illerinde yer alıyor. Bu taşınmazların bir milyon 256 bin 947 dekarı halen 2. Abdülhamid'in üzerinde kayıtlı bulunuyor. 391 bin 573 dekarı Hazine'ye, 8 bin 627 dekarı da şahıslar adına geçmiş gözüküyor." diye konuştu.
Türkoğlu Sultan 2. Abdülhamid'in Balkanlar'da da 2 bin 843'ü Yunanistan, bin 424'ü Arnavutluk, 8'i Bulgaristan, 5'i Makedonya'da olmak üzere 4 bin 280 taşınmaz kaydı olduğunu vurgulayarak, bunların da 220 bin 23 dekarının halen Abdülhamid'in üzerinde, 560 bin 231 dekarının Hazine'ye, bin 328 dekarının da şahıslar adına geçtiğini bildirdi.
Sultan 2. Abdülhamid'in Ortadoğu'daki mal varlıklarına ilişkin olarak, defterlerde Suriye'de 390, Lübnan'da 333, Filistin'de 223, Irak'ta 83, Arabistan'da 60, İsrail'de 10, Libya'da da 8 olmak üzere toplam bin 107 kaydın bulunduğunu dile getiren Türkoğlu, "Bu kayıtlardan 3 milyon 482 bin 106 dekarı halen 2. Abdülhamid adına kayıtlı durmakta olup, bir milyon 528 bin 395 dekarı Hazineye, 7 bin 178 dekarı da şahıslar adına geçmiştir." ifadelerini kullandı.[5]
Cihanda Padişahım, hayret-efzâdır fütuhâtın
Ahalinin elinden zapt olunmuş çiftlikâtın var
Ne mutlu memleket, gittikçe artan feyz u lütfunla
Memâlikte senin milyon kadar müstemlekâtın var.[6]
Sultan II. Abdülhamid tarafından yedi defa Sadarete getirilen ve İttihat ve Terakki yönetiminde de iki defa olmak üzere toplamda dokuz defa Sadrazam olmuş Küçük Said Paşa’nın 1912 de yazdığı hatıratındaki bu konudaki görüşleri önemlidir:
“Başkalarının tasarrufunda bulunan araziye müdahale, adalete aykırı olduğu gibi bir köy ve kasabanın bütün arazilerini toptan olarak ahalinin tamamına yahut içlerinden seçilen bir veya birkaç şahsa ihale ile satışı kanun birçok hikmete, birçok mülki maksada dayanarak yasakladığından, bir veya birkaç şahıs için yasak olan bu tasarrufları bir manevi büyük şahsın yerinde olan “Hazine-i Hassa” için cevaz vermek evvela kanuna muhaliftir.”
“İkinci olarak, Arazi-i Emiriye mutasarrıflarından vefat edenlerin arazisi evladı, anası ve babası olmadığı halde Arazi Kanunu’nun 59. Maddesinde sayılan yedi derecesinde akrabasına, onlar da olmadığı halde arazide ortak ve halît (şerik) bulunanlara, ortak ve halît yoksa arazinin bulunduğu köy ahalisinden, toprağa ihtiyacı olanlara ve ihtiyaçta eşitlik varsa bizzat ve bilfiil askerî hizmette bulunup ta memuriyetini tamamlamış olup köyüne dönenlere, bu yoksa kura çekilerek kurada adı çıkana verilmesi kanun hükmüdür.”
“Binaenaleyh arazi-i emiriyenin sahipsiz olanının “Hazine-i Hassa” ya kaydı kanuna aykırıdır. “
“Emlâk-i seniyyenin yıllık gelirleri bir buçuk milyon liraya yaklaştığını bundan on sene önce emlâk-ı mezkûre komisyonu reisi Fikri Efendi hikâye etmişti. Bu rakam doğruysa, o zamandan beri bu tür arazilerin uhdeye alınması daha çoğalmış ve nemaları da o nisbetle artmış olması gerekir. Hazine-i Hassa’nın menfaatleri mühim bir şeyse de Ülkenin dört bir yanında tapu hak sahiplerinin şikâyet sesleri daha mühim ve daha duyulmaya layıktır. Bunun için buna tevessül edenlerin hizmetlerini Padişaha gerçek hizmet ve sadakat saymıyorum. Buna dayanarak 4. Defadaki Sadaretim zamanında Hazine-i Hassa Nazırı Agop Paşa’nın bu yoldaki hizmetini takdir etmedim.”[7]
Konu hakkında Süleyman Nazif’in 1924 de yayınladığı: “Çalınmış Ülke” , Celal Nuri’nin 1923 de yayınladığı “Taç Giyen Millet” , Ebu’l Faruk’un 1329 ( 1913) de yayınladığı, Mizancı Murat Bey’in “Meskenet Mazeret Teşkil Eder mi?”, Ahmet Emin Yalman’ın “Görüp Geçirdiklerim” adlı eserlerinde konuya değinilmiştir. Ne yazık ki bu eserlerin büyük çoğunluğu latinize edilmediğinden kamuoyu büyük ölçüde bîhaberdir.
Bu konuda Prens Sabahattin’in babası, Abdülhamid’in kız kardeşi Seniha Sultan’ın kocası Mahmud Celaleddin’in, Abdülhamid’in bu icraatlarını eleştiren mektupları önemlidir.
AGOP KAZAZYAN’IN SONU:
Rivayete göre Sultan Abdülhamid, her alanda kendisinden faydalanabildiği ve servetini kat be kat artıran Agop Paşa'ya bir gün boş zamanlarında nelerle uğraştığını sordu. Hayatı boyunca evlenmemiş olan Agop Paşa, boş vakitlerini annesinin yanında geçirdiğini ve zaman zaman at bindiğini söyleyince Padişah kendisine çok kıymetli bir atını hediye etti. Paşa, 20 Eylül 1891 günü bu atla Yeniköy'deki yalısından ayrılarak gezintiye çıktı. Kalender Kasrı denilen mesire yerine geldiğinde köpeklerin havlamasından ürken at koşmaya başlayınca Agop Paşa büyük bir şaşkınlıkla dizginleri bıraktı ve ayağı üzengiye takılı bir halde yerde sürüklenerek kafasını taşa çarptı. Halkın yardıma çağırdığı kolluk kuvvetleri tarafından kayığa bindirilerek Yeniköy'deki yalısına götürülen Agop Paşa, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak aynı akşam vefat etti.
Agop Paşa'nın kendi hediye ettiği at yüzünden vefat etmesinden büyük üzüntü duyan Abdülhamid, mabeyncilerini göndererek annesi Nikdar Hanım'a taziyede bulunmuş, üzüntülerini bildirmişti. Nikdar Hanım şu cevabı vermişti:
“Bir Agob'um öldüyse, bir oğlum sağdır. Allah uzun ömürler versin, müteessir olmasınlar, kazaya rızadan başka elden ne gelir!"
Agop Paşa'nın cenaze masrafları saray tarafından üstlenildi. Beyoğlu'ndaki Üç Horan Ermeni Kilisesi'ndeki ruhanî törenin ardından devlet töreniyle Şişli Ermeni Mezarlığı'na defnedildi. Cenaze törenine aralarında bürokrat, diplomat ve finans çevrelerinden 10 bini aşkın bir kalabalık katılmıştı. [8]
Eşref bunu hicvetmese olmazdı:
“Bir iti bir itle helâk etti Allah,
Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” [9]
Abdülhamid ise bundan sonra şahsî servetinin idaresini Ermeni Katolik cemaatinden Mikail Portakal Paşa'ya emanet edecekti.
Mikail Portakal Paşa’nın ani vefatı üzerine de aynı makama Sakızlı Ohannes Efendi tayin edilmiştir.
[1] Vasfi Şensözen, Osmanoğullarının Varlıkları ve II. Abdülhamid’in Emlâki, Hz. Saro Dadyan, OkuyanUS yy. İst-2013 sh: 65
[2] Saro Dadyan, Derin Tarih 27 Aralık 2016 Abdülhamid’in servetini yöneten Ermeni: Agop Paşa, https://www.gzt.com/derin-tarih/abdulhamidin-servetini-yoneten-ermeni-agop-pasa-2587147
(Son erişim 17.06.2024)
[3] Halil Halid, Bir Türk’ün Ruznamesi Klasik yy. İst-2008
[4] Hilmi Yücebaş, Şair Eşref,Bütün Şiirleri ve 80 yıllık hatıraları Dilek yy 1984, 3. Baskı sh: 236
[5] https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/sultan-2-abdulhamidin-mal-varligi-tapuda-saklaniyor/680153
(en son erişim; 20/06/2024)
[6] Şair Eşref
[7] (Küçük)Said Paşa’nın Hatıratı, Dersaadet Sabah Matbaası -1327 2. Cild sh: 216/ Haz. Mustafa Gündüz, Ketebe yy. İst-2019 2-3. Cilt sh: 188 (Tarafımdan sadeleştirildi)
[8] Saro Dadyan, Derin Tarih 27 Aralık 2016 Abdülhamid’in servetini yöneten Ermeni: Agop Paşa
https://www.gzt.com/derin-tarih/abdulhamidin-servetini-yoneten-ermeni-agop-pasa-2587147
(Son erişim 17.06.2024)
[9] Hilmi Yücebaş, a.g.e sh:187.