DELİNİN ZORUNA BAK!
Akıllı sözünü deliye söyletir derler. Bazen öyle durumlar olur ki, edepli insan söylemeye hicap eder amma, doğru bir sözü “dümdük” söyleyecek birileri de bulunmalı.
Bulunmalı bulunmasına da kendisine bir onuncu köyü de hazırlamalı.
Zira doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Bu muahezeden kurtulmak için de, işi biraz deliliğe vurdurmak gerekir.
Zenginin delisine yiğit, fakirin yiğidine de deli derlermiş. Bu yüzden olsa gerek.
Delilik mertebelerini 246 olarak ifade ederler ki, herkes bu derecelerden birinde kendini bulur.
Bir atasözümüz der ki : “Her deli üstünü yırtmaz.”
Bu atasözümüz de deliliğin mertebelerini işaret eder.
Eski ahlak ulemasına göre, kuvve-i gazabiye (öfke kuvveti) her insanda vardır. Bunun ifratı tehevvür, tefriti zillettir.
İtidali ise; şecaattir. Yani yerine göre, öfke kuvveti kullanılmalıdır.
Bu nedenle denmiştir ki; delilik gençliğin dostu, akıllılık yaşlılığın süsüdür.
Akla zarar veren, her şey dinimizce “haram” kılınmıştır. Sarhoş olmak, aklı giderdiğinden, içki haramdır. Zira sarhoşluk da delilikten bir şube değil midir? Yine hemşerim, Manisalı Şair Eşref der ki;
Âlem-i işret ile âlem-i cinnet bir iken,Deliye herkes acır, sarhoşa aldırmazlar.
Ref’ ederler deliden hâme-i teklifâtı
Sarhoşu düştüğü yerden kaldırmazlar.
(İçki âlemi ile delilik âlemi bir iken, deliye herkes acır da, sarhoşa aldırmazlar. Deliden sorumluluk yükünü kaldırırlar da, sarhoşu düştüğü yerden kaldırmazlar)
Nâdanlar eder, sohbet-i nadanla telezzüz,Divanelerin hemdemi divane gerektir.
(Cahiller, cahil sohbetinden lezzet alır.
Delilerin sohbeti de delilerle gerektir.)
*
Bazen deli dediklerimizden bir laf sadır olur ki, değme akıllı söyleyemez:
Sofilerden Beyazıd-ı Bestami akıl hastanesi önünden geçerken, deliler arasındaki hekime seslenmiş:
- “Hekim Bey!.. Size bir sualim olacak. Sizde her derdin bir devası vardır. Günah illetinin devası nedir?”
Hekim, branşı dışındaki bu suale, verecek cevabı biraz düşünmeye başlayınca, delilerden birisi:
-“Hekim Bey! İzin verir misiniz bu suali ben cevaplayayım? “ Hekim de:
-“Buyrun” deyince deli:
-“Tevbe köküyle, istiğfar yaprağını, gönül havanına koyacaksın.
Tevhid tokmağıyla döğüp, insaf eleğiyle eleyeceksin.
Gözyaşıyla sulayıp, muhabbet balını karıştıracaksın.
Aşk ateşinde pişirip, kanaat kaşığıyla sabah akşam yersen, günah illetine bire bir gelir” demiş.
“Divaneden bir laf çıktı, sığmaz divana” demiş, hekim.[2]
“Ehl-i irfanım diye, kimseye ta’n eyleme sen, Defter-i irfana sığmaz söz gelir divaneden” (Lâ Edrî)
*
Bu da tarihimizden bir anekdot, buyrunuz:
Sultan Mahmud’un bulunduğu cennet sahası gibi bir yerde deliler toplanmışlar perişan, dağınık ve laubali bir şekilde dolaşıyorlar.
Ve etrafa bakınarak saçma sapan laflar ediyorlardı.
O anda padişahın gözü bir deliye takılır.
Hâciplerini (kapıcı) gönderip deliyi yanına çağırtır:
-“Gönlün ne ister?” diye sorar. Deli:
-“Gönlüm, bir pişmiş koyun kuyruğu ister” der.
Sultan Mahmud deliyi imtihan etmeyi düşünür.
Ve bu maksatla emreder.
Bir pişmiş şalgam getirirler.
Deli, şeker helvası gibi tam bir iştahla o pişmiş şalgamdan yemeğe başlar.
Nihayet, Sultan Mahmud dönüp seslenir:
-“Nicedir, dîvâne, kuyruk istediğin gibi mi?
Ve arzu ettiğin şekilde pişmiş mi?” Divâne cevap verir:
-“Evet, güzel pişmiş.
Amma sen bu vilayete şâh ve bu ülkeye padişah olalı, kuyruğun bile yağı, tadı ve lokmanın hiç lezzeti kalmamış”.[3]
“Zenginin sözüne, belî diyorlar.
Fukara söylerse, deli diyorlar.
Zamane şeyhine veli diyorlar, Git gide çoğalır, delimiz bizim.”[4]
[1] İbrahim Yıldırım, 29 Nisan 2021 https://bayrampasagundem.com/kose-yazilari/delinin_zoruna_bak_-692.html
[2] İbrahim Yıldırım, Geçmişle Başlar Gelecek
[3] Lâmiizade Abdullah Çelebi, Latifeler
[4] Âşık Serdari