Gelen bir ulağın onu Bağdat’a yapılacak bir yolculukta Sultan’a eşlik etmeye çağırdığı gün, Vezir kendisini, neyin beklediğini gayet iyi biliyordu. Vedalaşmak için Hayyam’ı çağırttı.
- Bu halinde bu kadar uzun yolculuğa çıkamazsın dedi Hayyam.
-Bu halde hiçbir şeyin önemi kalmaz ve zaten ölümüm de yoldan olmaz.
Ömer ne diyeceğini bilemedi. Nizam onu kucaklayıp dostça uğurladıktan sonra hakkındaki fermanı verenin huzuruna gidip önünde eğildi.Zarafetin, düşüncesizliğin ve pervasızlığın en uç noktasıydı bu: Hem Sultan hem Vezir bile bile ölümle oynuyordu.
İnfazın yapılacağı yere doğru giderlerken Melikşah ”atası”na sordu:
-Sence daha ne kadar yaşarsın?
Cevap verirken Nizam’ın kılı bile kıpırdamadı.
-Uzun, çok uzun süre.
Sultan ne diyeceğini şaşırdı:
-Haydi bana karşı kibirli davranıyordun diyelim, ama Allah’a karşı bu kibir de ne oluyor? Ağzından böyle laflar çıkacağına , Allah ne derse o olur, herkesin vadesini o bilir, desene!
-Öyle dedim, çünkü geçen gün bir rüya gördüm.Peygamber efendimiz, Allah’ın selamı üzerine olsun, bana göründü, ona ne zaman öleceğimi sordum ve içimi rahatlatan bir cevap aldım
Melikşah sabırsızlandı:
-Neymiş o cevap?
-Resullullah bana şöyle dedi: “Sen İslam’ın temel direklerlinden birisin, etrafına hep iyilik yapıyordun, varlığın müminler için çok değerli, bu yüzden sana, ne zaman öleceğine karar verme ayrıcalığını tanıyorum.” Ben şu cevabı verdim: “Allah korusun, hangi insan böyle bir günü seçebilir ki? İnsan hep biraz daha yaşamak ister ve mümkün olan en uzak tarihi seçsem bile sürekli olarak o günün giderek yaklaştığı saplantısı ile yaşarım ve ister bir ay ister yüz yıl sonra olsun, o günün arifesinde, korkudan tir tir titrerim.Ben tarih seçmek istemiyorum. İstediğim tek lütuf, sevgili peygamberim,efendim Sultan Melikşah’dan daha fazla yaşamamaktır.Elimde büyüdü, bana “ata” dediğini işittim, bu yüzden onun ölümünü görmek gibi bir utanca ve ıstıraba katlanmak istemem.” “Dileğin olacak” dedi Resulullah,”Sultan’dan kırk gün önce öleceksin.
Melikşah’ın beti benzi atmıştı, tir tir titriyordu, neredeyse kendini ele verecekti. Nizam gülümsedi:
Görüyorsun hiç de kibirli değilim, uzun süre yaşayacağıma eminim dediysem bir sebebi var.
Acaba o sırada Sultan’ın aklından vezirini öldürtmek fikrinden vazgeçmiş miydi? Vazgeçse iyi ederdi. Çünkü rüya hikayesi sadece bir teşbih olsa da, Nizam gerçekten ürkütücü tedbirler almıştı. Yola çıkmadan bir gün önce yanında toplanan muhafız subayları, şayet Nizam öldürülürse düşmanlarından hiç birinin sağ kalmayacağına Kuran’a el barsak yemin etmişlerdi.
Nizam’ın son yemeği bir iftardı. Ramazanın onuncu günüydü. Devlet ricali, saray erkanı, komutanlar, bu kutsal aya gösterilen saygı gereği alışılmadık bir sadelik içindeydi Nizam az yiyordu. O akşam ıstırabı her zamankinden fazlaydı,böğrü yanıyor, iç organları gözle görülmez bir devin pençesine düşmüş gibi buruldukça buruluyordu. Dik durmak için çaba harcadı Sofrada komşularının sunduğu her lokmayı çiğneyip yutan Melikşah yanında oturuyordu. Zaman zaman yan yan süzüyordu vezirini, herhalde korktuğunu düşünüyordu.Birden elini kara incirlerle dolu bir tepsiye uzattı, en olmuşunu seçti,Nizam’a ikram etti. Sunulan yemişi terbiyeli bir hareketle alan Nizam kenarından bir parça ısırıp bıraktı. İnsan, hem Tanrı, hem Sultan hem de Haşşaşinler tarafından ölüme mahkum edildiğini bile bile incirden tat alabilir miydi?