KÖY ODALARIMIZ VARDI

Aşiret köylerinde Odasız köy hemen hemen hiç yokmuş.

Köyümüz Türkmen aşiret köylerinden.
Yağmurlu, Kurtbeli Yeniyapan ağasıyla, abdalıyla, eşkıyasıyla renkli yaşamı olan dağların arsında atalarımızdan bizlere miras kalan köyümüz.
On üç yaşına kadar köyde büyüdük.
Şehre göç başladığında bizde köyden şehre göç etmiştik.
Bugün sizlere kısada olsa köyümüzün odasından bahsetmek istedim. 
Geçmiş yılarda odası olmayan köy yokmuş.
Kökeni eski Türklere kadar dayanan ve Türk konukseverliğinin sembolü olan köy odaları hep var olmuş. 
Anadolu’da “kapısı dışarıdan kilitlenmeyip, içerden kilitlenebilen özellikte bir mekân” olarak bilinen köy odaları, köye gelen garip, yolcu, konuk, tüccar, çoban, deveci, çerçi, kamu görevlisi gibi insanların hiç çekinmeden, diledikleri kadar misafir olabilecekleri, karşılıksız olarak yiyip içip, dinlenebilecekleri ve hatta yanlarındaki hayvanlarını da besleyebilecekleri konaklama yerleri olarak yapılmış.
Köyümüz Ankara yolu üzerinde olduğunda Kaman’a ve çevre köylere yaya gidenlerin uğrak yeriymiş. 
Kış mevsimlerin günlerce haftalarca kalan misafirleri dedelerimizin odalarında ağırlanırmış.
Düşüne biliyor musunuz ne güzel bir konuk severlik örneği.
Bugün misafir ağırlayan kaç kişi saya bilirsiniz.
Bizim köyünde iki odası vardı.
Birisi aşağı oda Yusuf Çavuşun Ağaların Odası denirdi.
Diğerde dedelerimizin yapmış olduğu İboların yukarı oda.
Aşiret köylerinde Odasız köy hemen hemen hiç yokmuş.
Köye gelen misafirlerin, köyden geçen yolcuların barınma ve konaklama yeriymiş odalar.
Köy odası köyde bulunan normal bir evin sahip olduğu bütün yapı ve bölümlere sahip, toplum ihtiyaçları için yapılmış binaları ifade etmekteydi.
Köy odaları kış mevsimlerinde ve Ramazan aylarında daha canlı olurdu teravih buralarda kılınırdı.
Eğer teravihi kıldıran imam başka bir köyden ramazan için köye davet edilmişse onun ikamet edeceği yer yine köy odasıdır.
Bizim köyde ramazan boyunca ücretli hoca tutarlardı.
Hoca mesleği olmayan köylerdendik.
Bu durumlarda imamın yeme ve içmesi sırayla köy hane halkına ait olup bu işleyişe nöbet adı verilirdi.
Çok kıymetli ve değerli abdallarımızın sazlı uzun havlarını, keman eşliğinde bozlaklarının çalındığı odalarımızda bugün ne o eski ustalar kaldı nede o eski insanlar.
Rahmetli Babamda çok dinlemiştim odada Hz. Ali’nin cenkleri okunurmuş bizlere bildiği Hz. Ali kıssalarını çok anlatmıştı.
Türkmen köyü olur da Hz. Ali sevgisi, Hz. Hüseyin aşkı olmaz mı?
Odalarda sohbet ve toplanmaları belli bir usul ve adaba göre yapılırdı.
Her şeyden önce belli bir oturma sırası ve düzeni vardı.
Herkes istediği minderin üzerine oturamazdı.
Giriş kapısına göre tam karşısına gelen yer başköşe olarak adlandırılır, buraya köyün en yaşlısı otururdu.
Eğer sohbette hatırı sayılır bir misafir bulunuyorsa bu köşe ona tahsis edilirdi.
Başköşenin karşısındaki ya da yanındaki yerlere başköşeye oturan kişinin akranları ya da yaşça diğer küçükleri otururdu.
Biz çocukları daha çok kapıya yakın tahta başı dedikleri yerlere otururduk, çünkü sohbet sırasındaki hizmetten gençler sorumlu olup, hizmet için dışarıya çıkmak gerektiğinde kolayca dışarıya çıkılabileceği içindi.
Çocuk olduğumuzda bazen sesimiz yükselirdi bizi bir kapıya atarlardı daha sonar geri çağırırlardı.
Gidecek başka yer yoktu, dışarıda diz boyu kar oda sıcak büyüklerimizin sohbetlerini dinlerdik.
Odalarda Konuşma da belli bir düzene göre yapılırdı.
Büyükler konuşurken başka birisi yanındakiyle konuşmaz, konuşan dinlenilir ve konuşanın sözü kesilmezdi.
Sohbet sırasında ayakların uzatılması, bacak bacak üzerine atılması daima kınanan ve müsaade edilmeyen davranışlardandı.
Tavsiye edilen oturma şekli minder üzerinde bağdaş kurarak oturmaktı.
Oda çocukların gençlerin kültür, eğitim, davranışların öğretim yeriydi.        
Dolayısıyla köy odalarının sosyal hayatımızdaki yeri oldukça önemliydi. Öyle ki; köy odaları, hem bir okul, hem bir mahkeme, hem bir misafirhane, hem bir kültür mekânı, hem de bir ibadethaneydi.