ki Yıl Okul Tatili benim okuduğum ikinci kitap. (İlki Jack London’ın Vahşetin Çağrısı idi). İlkokul üçüncü sınıftaydım, yani yaklaşık 1977 yılı, yani bu satırları kaleme aldığım 2023 yılından 46 yıl önce… İşte ben de öyle hissettim… Nasıl güzel bir karşılaşma, nasıl hararetli bir kucaklaşma, nasıl içten bir öpüşme ve hasretle gülümseme… Kendime verdiğim sözü yerine getirmek için, yani tüm Jules Verne kitaplarının (Türkçe çevirisi olanların tabii) okunması için kolları sıvayıp bu kitapları edinmeye uğraşırken İki Yıl Okul Tatili’ni de ikinci kez okumak için programıma dahil etmiştim; tıpkı 80 Günde Devri Alem, Denizler altında 20 000 Fersah, Michael Strogonof, Yeşil Işın vb. gibi.
Verne, bu kitabı yazmadan önce Robinson Cruso ve İsviçreli Robensonlar kitaplarını okumuş; zaten eserin içinde onlara atıflar da geçiyor. Fakat Verne, kahramanları olarak en büyüğü 14 yaşında olan onbeş erkek öğrenciyi esas alıyor. Zenci çocuk bir miço ve bir av köpeği de grubun diğer üyeleri. Yeni Zellanda’da bir kolejin öğrencileri olan bu gençler ve çocuklar arasında Fransız, Amerikalı, İngiliz delikanlılar ve Yani Zellanda’nın üst düzey ailelerinden çocuklar var.
Güney yarıkürede 15 Şubat 1860 gecesi halatlarından ayrılan bir tekne, içinde yalnız bu öğrenciler varken, Ouckland limanından sürüklenerek onbeş günden fazla şiddetli bir fırtınada bilmedikleri bir yere sürükleniyorlar. Bir koyda geminin karaya oturması ile hayatları kurtuluyor. Fakat burası bir ada mıdır yoksa bir kıta mıdır bilemiyorlar. Zaten kıta olsa varabilecekleri yer Güney Amerika sahilleri olabilir. Karaya çıkıp bitki örtüsüne bakınca buranın tropik iklimli bir yer olmadığını, ekvatordan daha uzaklaşmış ve güneye gitmiş olduklarını fark ediyorlar.
Buna ek olarak Fransız yazarın Fransız kahramanı Briant ile Yeni Zellanda’lı bir aileden gelen Doniphan arasındaki okuldan gelen tartışma, husumet ve önder olma çabaları grup içinde dağılmalara, taraf olmalara, sürtüşmelere açık bir durum yaratıyor. Hem genç ve çocukların doğa ile mücadelesi hem de yönetim ve egemenlik mücadeleleri ile dolu, heyecanlı maceralar birbirini izliyor.
Teknenin ismi “Sloughi”. İlkokulda öğrenciyken internet ve cep telefonu yoktu. Oysa bugün hemen yaptığım bir araştırma ile “slough” kelimesinin karamsarlık, su birikintisi, gölcük ve üzüntü anlamlarına geldiğini daha ilk sayfada anlamış oldum. “Sloughi”, kabuklu, kabuk dolu ve gölcük anlamlarına gelirken “slough of despond” da çaresizlik ve karamsarlık anlamlarını ihtiva ediyor. Şimdiden teknenin isminin neden böyle seçildiğine dair bir fikrimiz oldu. Yeni Zellanda ve Ouckland ile ilgili birkaç Youtube videosu izlemek de beni kitabın başlangıç yerleri hakkında bilgi ve izlenim sahibi yaptı, tabii günümüz itibarı ile. E 46 yıl sonra bu kadar da teknolojik bilgilenme imkanı artışı fazla sayılmaz değil mi?
Birkaç alıntı;
“9 Mart 1860 gecesi denize karışmış bulutlar, görüş uzaklığını ancak birkaç kulaca indirmiş bulunuyordu. Bu azgın denizde Slugi adlı küçük bir tekne, var gücüyle ilerleme çabasındaydı. Bu yüz tonluk bir yattı. Saat akşamın on biriydi. Bu enlemde, mart ayı başlarında geceler henüz kısadır. Gün ancak sabahın beşine doğru ağarmaya başlar. Ama küçük teknenin batma tehlikesi sanki sabah olursa azalacak mıydı? Onu ancak fırtınanın dinmesi, dalgaların yatışması kurtarabilirdi, yoksa okyanusun ortasında, kara parçalarından uzak, sulara gömülüp gidecekti. Slugi’nin arka güvertesinde, biri on dört, öbür ikisi on üç yaşlarında üç çocukla bir de on iki yaşlarında zenci miço dümen dolabına sımsıkı yapışmışlar, dalgalara karşı koymak için çabalarını birleştiriyorlardı. Yaptıkları çok zor bir işti. Bir ara dalga öylesine şiddetle çarptı ki, çocukların hepsi birden yere yuvarlandı, neyse hemen toparlanıp ayağa kalkabildiler. İçlerinden biri, “Dümen dayanıyor ya, Briant?” diye sordu. Yerini almış ve soğukkanlılığını hiç yitirmemiş olan Briant, “Evet, Gordon” diye yanıtladı. Sonra- üçüncü çocuğa, “Aman sıkı tutun. Doniphan sakın cesareti elden bırakmayalım ha!… Yoksa paçayı kurtaramayız!” dedi. Bunları İngilizce söylemişti ama Fransız vurgusuyla.”
“Sonra miçoya döndü. “Yaralı filan değilsin ya, Moko?” “Hayır, Bay Briant. Biz var gücümüzle şu yatı ayakta tutmaya çalışalım. Yoksa doğru denizin dibini boylarız!” O anda aşağıya, yatın salonuna inen merdivenin kapağı birden açılıverdi. Güvertede neşeyle havlayan sevimli köpekçik, dokuz yaşlarında kadar bir çocuk belirdi. Çocuk, “Briant… Briant… Neler oluyor kuzum?” diye seslendi. “Bir şey yok, Iverson, bir şey yok. Hadi, siz Dole ile inin aşağı, çabuk!” Yaşça biraz daha küçük görünen başka bir çocuk, “Çok korkuyoruz da biz…” Briant söze karıştı. “Yok, canım, hadi girin hepiniz içeri, iyice gizlenin battaniyelerinizin altına, gözlerinizi de kapayın. Meraklanmayın- korkacak bir şey yok!” “Size bir yardımımız dokunabilir mi Briant?” “Hayır Baxter. Sen, Cross, Webb, Service ve Wilcox, siz küçüklerin yanında kalın. Biz dördümüz yeterliyiz burada.” Büyük bir kasırgaya yakalanmış olan şu yelkenlide çocuklardan başka kimse yok muydu acaba? – Hayır, yoktu, yalnızca çocuklar. – Peki, kaç kişiydiler? – Gordon, Brant, Doniphan ve miçoyla, birlikte, on beş – Nasıl binmişlerdi bu tekneye? – Onu da birazdan öğreneceğiz. – Peki, ama başlarında tek bir büyük bile yok muydu? Hiç olmazsa gemiye kumanda edecek bir kaptan? Manevraya yardımcı olacak bir tayfa? Bu fırtınada dümeni tutacak bir dümenci? – Hayır, o da yoktu.”
“Bunun içindir ki Slugi’nin okyanustaki konumunu tam olarak belirleyecek kimse de yok demekti. Hem de okyanusların en büyüğü. Avustralya ile Yeni Zelanda’dan ta Güney Amerika kıyısına kadar iki bin mil boyunca uzanan Büyük Okyanus. Ne olmuştu acaba? Yelkenlinin gemicileri tümüyle bir kazaya mı kurban gitmişlerdi? Yoksa korsanlar onları kaçırıp teknede en büyükleri ancak on dördünde olan genç yolcuları kendi yazgılarıyla baş başa mı bırakmışlardı? Bu sorulara hiç kuşkusuz çocuklar karşılık bulabilirlerdi ama kim soracaktı onlara? Ayrıca onların yardımına koşacak bir teknede görünmüyordu ortalıklarda. Fırtına şiddetini gittikçe artırmaktaydı. Kırk sekiz saatten beri azgın dalgalarla boğuşan bu yelkenli için hiçbir umut ışığı yok gibiydi. Birden Doniphan “Eyvah, mizana direği kırıldı…” diye bağırdı. Miço atıldı. “Hayır, yelken halatlarından kurtuldu.” Briant, Avrupa’dan Okyanusya’ya gelirken hem Atlas Okyanusunu, hem Büyük Okyanusu geçtiği için gemicilikten çok az anlıyordu ve bu yüzden öteki çocuklar teknenin yönetimini Moko’yla birlikte ona bırakmışlardı. Yelkenin hemen, koparılması gerektiğinden, Briant ile miço büyük bir ustalıkla ve tehlikeyi göze olarak, güvertede sürüne sürüne ilerlediler, kopan bölümün iplerini kestiler ve ancak alttaki küçük parçaları bıraktılar. Bu sırada Briant’ın üç yaş küçük kardeşi Jacques göründü. “Gelin… Gelin!…” diye bağırdı. “Aşağı su bastı!” Briant hemen atılıp alelacele aşağı indi. Salon şiddetle sallanan bir fenerin ışığıyla belli belirsiz aydınlanmıştı.”
“Yataklara uzanmış on kadar çocuk görülüyordu. En küçükleri – sekiz dokuz yaşında olanları vardı – dehşetle birbirlerine sarılmışlardı. Briant onları yatıştırmak amacıyla, “Korkmayın- bir şey yok, biz buradayız, hiç meraklanmayın!” dedi. Sonra yerdeki suya bir göz gezdirdi. Hemen suyun güverte kapaklarından sızdığını anladı, teknede çatlak filan yoktu. İçi rahatladı salondakileri yatıştırarak yeniden dümen başına döndü. Çocuklar arkadan vuran dalgalara kapılıp denize yuvarlanmamak için kendilerini bağlamaya hazırlanıyorlardı ki, koskocaman bir dalga güverteyi süpürdü. Briant, Doniphan ve Gordon dümen dolabına sımsıkı yapışıp kurtulabildiler ama miço sürüklenip gitmişti, Briant var gücüyle haykırdı. “Moko!. Moko!.” Doniphan atıldı, “Sakın denize düşmüş olmasın?””
Her yaştan okuyucuya Jules Verne’in tüm kitaplarını, tabii İki Yıl Okul Tatili’ni okumalarını hararetle öneriyorum. Dalın maceraların, gezilerin içine balıklama…