Merhaba. Ben roman yazarı Tuncay AYMELEK. Yayımlanmış dört psikolojik romanım var. Bir romancı olarak bu yazı dizilerinde okuyucularıma edebiyattan, özellikle de ‘roman sanatı’ ve ‘kendini yazar olarak eğitmek’ konulu düşüncelerimden bahsetmek istiyorum.
Meşhur 20. yüzyıl İngiliz roman yazarı D. H. Lawrence, “Edebiyat Eleştirisinden Seçmeler” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Bir roman yazarı olarak kendimi, kendimizi, azizden, bilim adamından, filozoftan ve şairden üstün buluyoruz, çünkü onlar, yaşayan insanın birbirinden farklı unsurlarından ve tecrübelerinden söz ederler ve hiçbir zaman insanın ve tecrübenin bütününü ifade edemezler.
Roman hayatı anlatan tek başarılı kitaptır. Kitaplar, hayatın kendisi değildir ama onlar, havadaki titreşimler gibidir. Bununla beraber roman, yaşayan bütün bir insanı harekete geçiren bir titreşimdir ve şiirden, felsefeden, bilimden veya herhangi bir kitaptan çok daha etkilidir.”
Biliyoruz ki kendi toplumumuz ve evrenin pek çok yeri, ruhsal ve duygusal istismara uğramış insanlarla dopdolu. Bundan başka televizyon, internet, kitaplar ve başka pek çok araçla yapılan toplumsal bir terapi bombardımanı altında yaşıyoruz. Bu bombardıman çoğu zaman, bize, hayat hakkında aradığımız gerçekleri çarpıtarak ya da bozarak sunuyor. Ben de ilk gençliğimde bir dönem, hayatıma yön verebilmek için çoğunlukla batılı yazarlardan çeviri, kişisel gelişim kitaplarıyla ilgilendim. Bu durum başlarda çok ilham vericiydi; çünkü o kitaplar hayattaki motivasyonumu yüksek tutmama yardımcı oluyordu. Ama bir zaman geçince anladım ki, aslında bize çabucak zengin olmanın, istediğimiz insanı bulup mutlu yaşamanın çok kolay bir reçetesini vermeye kalkışan ‘kişisel gelişim’ adı verilen kitaplar, faydadan çok zarar veriyorlar! Çünkü ucuz reçeteler ucuz sonuçlar üretir ve arkasından gelen yıkım, ilkinden çok daha güçlü olur. Üstelik devamlı bireyselliğe vurgu yaparak Narsizmi körüklüyorlar. Demek ki bana hayat hakkındaki cevapların hazır bir şekilde, avucumda olduğunu söyleyen kitaplar değil cevabı bizzat keşfetmemi sağlayacak eserler gerekliydi. Bunu da edebiyattan, romanlardan daha güzel yapabilecek başka bir araç göremiyordum. Çünkü romanlar kendi boyutlarını aşarak genişliyor, tüm hayatı kucaklayacak bir büyüklüğe ulaşıyordu. Ahlak hocalığı yapmadan benliğime yayılan bu kitaplar sayesinde ruhumda güçlü bir şarkı işitiyor ve şaşırtıcı sezgilere ulaşabiliyordum. Bana, daha erdemli, dindar ve iyi bir insan olmayı öğretiyordu.
Evimize basit bir mobilya alırken bile kalitesi konusunda kırk defa düşünürken, acaba yaşamımızın kalitesi üzerinde hiç düşünüyor muyuz? Düşünüyoruz belki ama bir şey yapmak için harekete geçmiyoruz çünkü çok tembeliz.
İşte bu yazımda temel olarak size söylemek istediğim şey budur: Çocukluğunuzda sorduğunuz soruları yetişkin olduğunuzda da sormaya devam etmeniz. Hayata sıfır noktasından bakabilmek diyoruz biz buna. Belki de benim ya da bir başkasının öğretebileceği farklı bir şey yoktur. Zaten her insan kendi yaşamını kendisi yaşamak, kendi cümlelerini de kendisi yazmak zorundadır.
Lakin işte adeta içimize bir koca tembel hayvanı kaçmış gibi yaşıyoruz. Biliyorsunuz, tembel hayvan (ismi budur) genelde Amerika’da yaşar ve bütün gün, bir ağaca asılı olarak durur. Hareketleri çok yavaştır, hiçbir iş yapmaktan hoşlanmaz. Aslında ilimle, sanatla ve çalışmakla dünyaya nam salan İslam’ın, son beş yüz yılda sadece Batı dünyasını takip eder bir hale gelmesinin sebebi de tembelliktir. Etrafınızda bu tembel insanlardan bol miktarda görebilirsiniz. Belki bazen siz kan ter içinde bir şeyler yapmaya çabalarken bunlar, hiçbir iş yapmadıkları halde bir de tutup sizinle alay etmeye kalkışmıştır. Bütün gününü bir cep telefonunun başında tembel tembel geçirdiği halde yaptıklarınızı beğenmeyen ama iş sizi aşağıya çekmeye gelince birden hareketlenip ve bunun için, elinden geleni yapan tanıdıklarınız olmuştur. Belki de bana şimdi, “tamam harekete geçiyoruz ama bir zaman sonra hevesimiz kırılıp, gerisin geriye yuvarlanıyoruz” diye, sitem ediyorsunuz. İşte bunun için başkalarıyla uğraşacak yerde, en başta kendimizi öğrenmemiz gerekiyor. Yaşam çözülmeyi bekleyen bir bilmecedir ve biz romancıların da yaptığı, kurgusunda bir bilmece oluşturmaktır. Ancak bizim bilmecelerimiz insanın kendisini öğrenmesiyle ilgilidir. Yani tutup da bir komplo teorisi üretmeyiz. Daha ziyade bir keşif yolculuğudur yaptığımız. Önemsiz görünen şeylerde önemli bir anlam gizlenmiş olabilir çünkü. Burada, baştaki anlatımıma dönecek olursam, ben hayat problemlerimi çözmek hususunda edebiyattan ziyadesiyle faydalanıyorum ve size de bunu öneriyorum. Çünkü edebiyat tam da aradığım şey: Hayatın esrarlı gizini çözmek iddiasında değil belki ama kişinin kendi kendisini öğrenmesi ve anlamasıyla ilgileniyor.
Filozoflar hayat hakkındaki soruların yanıtlarını arayan ciltler dolusu kitaplar yazmışlardır ama cevap hala, yağ gibi kaygandır ve tespitlerin hiç biri de tümüyle tatmin edici değildir. Açıkçası felsefe, yanıtları, soyut terimlerle ele alırken, özellikle roman yazarları bunu gerçek görünen durumlarla, gerçek karakterlerle somut olarak çözmeye uğraşırlar. İşte edebiyatın çekiciliği de buradadır. Çünkü edebiyat,(kuşkusuz ki roman sanatı) hiç çekinmeden söylüyorum bunu, yaşamın anlamını deneyimlemeye uğraşır.
Böylelikle insan tabiatını anlama araştırmasında, yaşamın dersleri ya yaşamaktan gelir, ya da iyi kaleme alınmış edebi romanlardan. Okumak vekaleten elde edilen bir deneyimdir evet ama, bazı bakımlardan gerçekten yaşanmış bir deneyim kadar da hakikidir. Zaten hayatımızdaki olayların normal gidişatı sırasında, yaşamın tam olarak önümüze serilmesi yetmiş küsür yıl sürer ve eğer talihliysek, yol boyunca bir yerlerde değerli bir şeyler öğrenebiliriz. Ancak roman sanatının ve genel manada edebiyatın, diğer araçlardan güçlü bir şekilde, uzun bir ömrü üç yüz sayfaya sığdırabilme yeteneği vardır. Eğer yazar karakterlerinin doğasını ve belirli olayların o karakterler üzerindeki etkilerini iyi anlarsa, bir kuşağı, ya da kuşakları bize başarılı bir şekilde aktarabilecektir.
Neticeye gelecek olursam;
Bir roman yazarı olarak kendimi, kendimizi, azizden, bilim adamından, filozoftan ve şairden üstün bulmuyoruz” ama diyoruz ki: Roman hayatı anlatan tek başarılı kitaptır.