İnsanlar; doğuyor, büyüyor, ölüyor.
Hayat su gibi akıyor. Olaylar hızla gelişiyor. Kimse kimseyi göremiyor ya da hayat meşgalesinden görmek istemiyor.
Aileler eskiye nazaran küçülmüş, herkes kendi yaşam tarzını kurmaya çalışıyor, birbirinden kopuk, maneviyatın unutulduğu ya da manevi değerlerin hassasiyetinin kaybolduğu günleri yaşıyoruz.
Aileler dağılmış, birbirlerine karşı saygı azalmış, maddenin ön plana çıktığı günümüzde maalesef kimse kimseyi umursamaz duruma gelmiş.
Hep hatırlatmaya çalışıyoruz eskiden şöyleydi şimdi böyle diye.
İhtiyaçların çoğalması insanları bulunduğu sıcak ortamdan, ihtiyaçlarını temin için dışarıya gurbete, gurbetin soğuk ufunetli ortamına yollamış.
Hep bir arada olan aileler, çorap söküğü gibi dağılmış. Dağılan maddi ve manevi ortam eskisini aratır duruma düşmüş. İnsanlar 4-5 şeyle ihtiyaçlarını karşılarken mutlu ve mesut olurken. Şimdi ihtiyaçlar 4-5 den 50-100’lere çıkmış. Bunları karşılamak içinde ne vakit ne zaman yeter olmuş. Ekmek tavşan hikâyesi gibi insanlarda ihtiyaçlarının peşinden koşmaktan, asli ihtiyaçlarını unutur olmuş.
Bu kadar mücadelenin içinde kaybolan insan, birde bakmış daha dün doğdum, gençliğim şöyle harcandı. Ölümü hatırlatan ihtiyarlıkta kendini bulmuş.
Bu kadar koşuşturmanın içinde birde dünyaya çalıştığımız hayatımızın zekat ve öşrü kadar ahrete de çalışmak aklımıza ölüme yaklaşınca gelmese…
Daha önce iki dünyalı olduğumuzu hatırlasak…
Dengeli bir hayat yaşasak “uzun yıllar yaşayacakmış gibi ahrete, hemen ölecekmiş gibi dünyaya vaktimizi sarf etsek” iyi olmaz mı?