Gamame Mescidinin canibindeki ağaçlıklı, geniş dinlenme alanında otururken bir büfede nar suyu alırken 12 riyale şavırma almıştık. Otelimize giderken sağımız solumuzda satıcı yamakları pervane oluyordu. Adamlar o kadar ısrar etti ki mecburen Bir otelin alt katında mevcut olan Diyarbakır Türk Pazar ’ına uğradık. İçeride çok sayıda satıcı çelteği mevcuttu. Dükkanın baş satıcısı Faruk çok kıvrak bir Türkçenin yanında ağzındaki laf torbasında ne varsa en yüksek perdede bize karşı stratejik ve iktisadi bir şekilde kullanmaya başladı. Lafıyla bizi dövdü hiçbirimiz karşı koyamadık. Ben orada alma taraftarı değildim; aksine Kurban Nazil’de bakıp beğendiğimiz hurmacı ama almayı istiyordum.
Faruk ile laf yarışına girebilecek dk bizim Ömer gibi sert bir kaya olmayınca ben pasif pozisyona geçtim “pazarlığı Hikmet ile Ümit yapsın, onlar esnaf. Onlar da fiyat koruma üzerinde durdular. Benim dikkatim ise fiyattan çok hurmanın niteliği ile alakalıydı. Daha önce Suku Medine ‘de esnafın kurtlu hurmayı nasıl sattığını bildiğim için alt üste bakma taraftarıydım. Adam her zaman uygulayıp başarılı olduğu metodu sahnelemeye başladı.”Bizde alt üst aynı olur; yoksa kazancımız haram olur.” diyerek. Bu, tam bir mizansendi esasında. ”Alt üst aynı mı Faruk ?”dedim ısrarla. “Alın bakın, aynı değilse ...”.
Hakikaten de indirdikleri kolideki hurmalar müsaviydi. Almaya karar verince ben indirdik bize gösterdikleri kolideki hurmadan beş kilogram almak istedim fakat Faruk önce diğer arkadaşların taleplerini karşılama kararındaydı. Ben de ısrar etmedim. Adamlar bir anda çoğalıp açılan koliyi yukarıya kaldırıp başka bir koliden ve kolinin açık ağzına naylonu kırarak hurma doldurdular . Görünürde sıkıntı yok gibiydi. Bize çay, kahve falan da ikram ettiler tam o sırada. İllizyonist bir el çabukluğunun kurbanı olduğumuzu anlayıp arkadaşları uyardım. Bakın adamların hurma doldurma usülü tağşiş yapmaya fırsat veriyor. desem de o kararlılıkta dikkate alınmadı. Ben de fazla üstünde durmadım. Hurmaların istediğimiz vasıfta olmadığını anladığımızda çoktan yurda gelmiştik.
Sabah kahvaltısından hemen sonra hazırlığımızı tamamlayıp caddeye çıktık. Pakistanlı Muhammed Müştak ile Bedr su kuyusu, Bedir / Rahmet / Meleklerin İndiği Dağ , Ariş Mescidi ve Bedir Şehitliğini gezdirme karşılığında ,220 riyal verme hususunda anlaştık. En az beş taksici ile pazarlık yaptım. 400 riyalden ağzını açıp 250 ye kadar düştüler.220 sar deyince Muhammed Müştak'ın abisi ile anlaştık ancak o Medine içinde çalıştığı için kardeşini çağırdı telefonla.
Otomobilin kliması zehir gibi soğuk kusuyordu. Oldum olası şu klimalar sevemedim gitti. Zaten dün mescidin içinde soğuktan dolayı bağırsağımdaki hastalık nüksetti ve beni gün boyu kıvrandırdı. İyi ki hırkayı yanıma almışım dedim içimden .Medine'nin mahallelerinde tek yönlü yola girip Yanbu yoluna kadar 130 ile gittik. Etraf sel suyunun gittiği bölgelerde yoğunlaşan sahravî/şevkiyye denilen ağaçlar ile kaplıydı. Şoförümüz "Buralarda çok deve sürüsü var;bir de çok hımar/eşek var !" deyince şaşırdım .Türkiye de sucuğu katacağız diye kesile kesile eşek popülasyonu bitmek üzere iken burada eşek sürüleri görmek tuhaf. Türkiye de çobanlar eşek bulamıyor .Burada ise böyle bir tehlike olmayınca iklim de müsait olunca eşekler hormonlu bir şekilde çoğalmış durumdaymış.
Yolda bir yerde su almak için mola verdik.Şoförümüzün basit ve kuralsız bir Arapçası olduğu için ben de bildiğim şekilde değil onun anlayacağı gibi emir fiillerine ve isimlere dayalı bir dil ile konuştum. Anlaşma çok daha kolay oluyordu böyle. Uzun cümlelere ihtiyaç olmuyordu. Pakistanlılar çok şanslı. Hiç dil bilmeseler bile burada yaşayabilirler. O kadar çok Pakistanlı var ki çalışan. En küçük yerleşim yerinde, tarlada, lokantada, yolda, bakkalda, tırda vs hep onlarla karşılaşıyoruz.
İlk önce Bedir Gazvesi'nin vuku bulduğu esnada Müminleri desteklemek için gökten 1000 kişilik gruplar halinde meleklerin indiği üstü bembeyaz kumlarla kaplı Bedir dağının eteğinde durduk. Bizden başka bir kafile de oradaydı. Kumla dolu dağın eteğinde çıkmaya çalışanların hepsi gerçek bir ateş közüne dönüşen kumun yakıcı sıcağına dayanamayıp - istisnasız -yarıya varamadan geriye dönüyorlardı. Ben, Riyad ‘da ikamet ederken bir defa denemiş ve sıcağa dayanmayıp yarıdan dönmüştüm. Kumun sıcaklığı uzun süre tahammül edilebilecek gibi değil. İlk denemede herkesin çıkabildiği noktaya kadar gidip ayağım pişmiş bir biçimde döndüm. Hikmet ve Ersan da hakeza...Oradaki seyyar satıcının boş kartonlarından birisini alıp kenarlarını yırttım. Yarıyı biraz geçince ayağım pişti, derhal kartonu yere koyup üstüne oturdum. Biraz daha çıktıktan sonra ayakkabımın içine dolan yakıcı kuma daha fazla tahammül edemedim. Koşarak aşağıdaki soğuk yere attım kendimi can havliyle.
Hikmet ile Ersan başka bir noktadan yukarıya doğru tırmanmaya devam ediyorlardı. Ümit ise bizim bu çabalarımızı kamera ile çekmeye çalışıyordu. Biraz daha tırmandıkça sonra teslim bayrağını çekerek aşağıya doğru hızla indiler fakat ayakları sıcak suda pişmiş gibi kıpkırmızı bir hale dönüşmüştü.
Orada bu dağın ehemmiyetine dair bir kısım bilgileri haber verdim. Savaşın seyrini telhıs ettim.
İşimiz bitince taksiye binip 14 şehidin isminin bulunduğu Kabristanın hemen yanında durduk. Mescidu’l Ariyş ‘e girip öğle namazını kıldık. Bu mescid, Resulullah ‘ın savaşı yönettiği komuta merkezi olarak kullanılan mevkiye inşa edilmiş. Bedir kuyululuklarından geriye pek bir şey kalmamış ancak yeni dikilmiş hurma ağaçları ile doğal ömrünü tamamlayıp içi boşalmış hurma kütüklerini görmek birçok düşünceyi canlandırdı zihnimizde.
Müşrik ordusunun ve Müslümanların savaşta durduğu tepeleri dolaşıp tarihi yeniden yaşadık...17 Ramazan Pazartesi günü Müşrik ordusundan üç kişinin meydan okuduğu yer şurası olmalı. Velid, Utbe, Şeybe...Müşrikler adına ortaya çıkıp kendilerine denk savaşçılar isteyince çok fazla tanınmayan üç Müslüman cevap verdiler karşılarına çıkarak. ”Siz kimsiniz?” sorusu karşısında aldıkları cevap onları tatmin etmedi. ”Başkaları gelsin! Biz sizi tanımıyoruz. ”Bunun üzerine Peygamberimizin gür sesi kulaklarımızda şimdi. ”Ya Hamza! Ya Ali! Ya Ubeyde! “ nidasıyla. İşte şu tepeden ma’rekenin vuku bulduğu alana inen üç yiğit. Üçü de Müşriklerin dengi kabul ediliyor ve başlıyor mübareze...Hz. Hamza ve Hz. Ali, Mekke’nin ve küfrün ileri gelen iki kafirini hurmalıklar arasında yere seriyor birer kılıç darbesiyle. Ubeyde kafiri öldürüyor ancak aldığı yaralar sonucunda Medine’ye dönerken şehit oluyor.
Bedir Savaşının İslam tarihi açısından önemini tekrar tefekkür ettik. İşimiz bitikten sonra geldiğimiz yoldan rücu ederken yılkı eşek sürülerini seyrederek yola revan olurken bir yerde inip fotoğraf çekinmeyi ihmal etmedik. Şoförümüz yine polis noktasından uzak bir köy yolunu kullanarak Medine’ye ulaştırdı bizi. Taksici bizi otelimize yakın bir noktada indirdi. Abdestleri tazeleyip Mescide girdik. Muvacede Resulullah’ı ve iki arkadaşını selamlayıp Bakî kabrine gittik Ersan ile fakat kapanmıştı. Akşam namazı ve yatsı namazını kıldıktan sonra son ziyareti geceye tehir edip Ruz Buhari yiyebileceğimiz bilinen bir Özbek lokantası aramaya başladık. Bütün adresler meyve sebze halinin girişinde kesişiyordu.
Bu esnada bence de garip olan bir hale de şahit olduk. Medine’de yaşayan öğretmenlerin gidip geldikleri lokantanın ismini bilmememeler gerçekten garip bir husus.20 riyale tuttuğumuz Mücahid İslam ile sabah havaalanına da götürmek için 80 riyale anlaşıp bir meseleyi de çözdüğümüz için kafamız rahattı. Çevre yoluna çıkıp Halaka’ya ulaştık bir iki tur attıktan sonra sorarak yeni açılmış bir Yemen lokantasına girdik. İki neferlik iki vecbe sipariş edip yer oturma kısmında geçip biraz dinlendik.
Yemeği ben beğendim fakat arkadaşlar bekledikleri kadar güzel bulmadıklarını ifade ettiler. İki öğüne 90 riyal verip Suudi taksiciye 20 riyal verip otele vasıl olduk. Üç gece ve iki sabah kahvaltısı bedeli için 910 riyal ödedik. Bir gün önceden valizlerimiz tartmıştık, herkes kaç kilogram daha hakkı olduğunu biliyordu. Son kez bizi döve döve hurma satan Faruk’un yanına niye gittiğimizi hala anlayabilmiş değilim, adam bize sihir mi yaptırdı yoksa(!).
Son kez Mescide uğradık. Namaz kılıp dua ettik. Tekrar buraya gelebilme arzumuzu ifade edip Resulullah’ı selamlayıp hüzünlü bir şekilde ayrıldık oradan. Otele gelip valizlerimizi hazırlayıp son defa iyice kontrol ettik. Saatlerimizi sabah namazından üç saat önceye kurup yorganlarımıza sarılıp yattık.